Scholz’un Körfez gezisi Alman hükümetinin insan hakları yalanlarını teşhir ediyor

Almanya Şansölyesi Olaf Scholz’un (Sosyal Demokrat) geçtiğimiz hafta sonu Körfez ülkelerine yaptığı ziyaret ve Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’la el sıkışması, Alman hükümetinin insan hakları söylemlerinin saf bir emperyalist propaganda aracı olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi.

Almanya Şansölyesi Olaf Scholz (SPD) ve Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman'ın 24 Eylül'de Cidde'de el sıkışması (AP aracılığıyla Suudi Basın Ajansı)

Hükümetin ileri gelen politikacıları ve medya, NATO’nun Moskova’ya karşı savaşını haklı göstermek için Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’i rutin olarak “katil” olarak nitelendiriyor ve Rusya’yı Ukrayna’da “soykırım” yapmakla suçluyor. Eğer bu nitelemelerin şu anda geçerli olduğu devletler ve siyasi liderler varsa, bunlar kesinlikle Körfez monarşileridir.

Prens Selman’ın kendisi Suudi gazeteci ve rejim muhalifi Cemal Kaşıkçı’nın hunharca öldürülmesinde doğrudan rol oynamıştır. Kaşıkçı 2 Ekim 2018’de, yaklaşan düğünü için gerekli belgeleri almak üzere İstanbul’daki Suudi konsolosluğuna gitmek zorunda bırakılmıştı. Bir daha hiç ortaya çıkmadı.

Gazetecinin öldürülmeden önce çektiği acı tahmin bile edilemez. Kaşıkçı’nın kaybolmasından birkaç gün sonra Türk hükümeti, Kaşıkçı’nın İstanbul’daki Suudi Arabistan konsolosluğunda öldürüldüğünü kanıtlayan ses ve görüntü kayıtlarına sahip olduğunu açıkladı. Ses kayıtları Kaşıkçı’nın “sorgulandığını, işkence gördüğünü ve ardından öldürüldüğünü” gösteriyor. Gazeteci canlı canlı “parçalara ayrılmış” ve ceset “daha sonra asitte eritilmiş.”

Kısa bir aradan sonra yeniden Riyad’a ziyarete giden emperyalist güçlerin temsilcileri, Kaşıkçı’nın katillerinin Prens Selman’ın yakın çevresinden olduğu bu şok edici olayın da farkındaydılar. Şubat 2021’de ABD hükümeti, veliaht prensin cinayeti bizzat “onayladığını” belirten bir rapor yayımladı.

Raporun yayımlanmasının hemen ardından, dönemin Almanya dış politika sözcüsü ve şimdi Yeşiller Partisi eş başkanı olan Omid Nouripour şu talepte bulundu: “Almanya, Suud Hanedanı’na, muhaliflerini parçalatan bir katil ülkenin veliaht prensi olduğu sürece ilişkilerin normalleşmesinin mümkün olmadığını açıkça belirtmelidir.”

Şimdi hepsi unutuldu. Scholz, Suudi Arabistan ile ilişkilerin egemen sınıf için sadece “normalleştirilmesi” değil, aynı zamanda kesinlikle gerekli olduğunu açıkça ifade etti: “Suudi Arabistan ile uzun süredir devam eden ekonomik ve siyasi ilişkilerimiz var. Bu nedenle burada ve seyahatimin diğer duraklarında bölgenin kalkınması, ekonomik ilişkilerin imkânları ve aynı zamanda karşı karşıya bulunduğumuz siyasi zorluklar hakkında konuşmaya devam etmemiz doğru ve önemliydi.”

Scholz “siyasi zorluklar” derken her şeyden önce NATO’nun Rusya’ya karşı savaş saldırısının yoğunlaştırılmasını kastediyor. Scholz, “Ukrayna’nın kendi bütünlüğünü ve egemenliğini savunmasını desteklemenin önemli olduğunu, bunu yapmaya devam edeceğini ve Rusya’nın askerlerini geri çekmesi gerektiğini çok açık bir şekilde ifade ettiğini” söyledi. Putin’in Ukrayna’daki gerici istilası, başta Washington ve Berlin olmak üzere NATO güçleri tarafından kışkırtıldı. Onlar şimdi savaşı daha da tırmandırıyorlar. Amaçları Rusya’yı askeri olarak yenmek ve kaynak bakımından zengin bu ülkeyi sömürmektir.

Bu gerçekleşene kadar, egemen sınıf Rusya ile kopan ilişkileri nedeniyle enerji ve yeni hammadde kaynakları bulmak zorunda. Muazzam petrol ve gaz rezervlerine sahip olan Körfez ülkeleri hesaplamalarda önemli bir rol oynuyor. Scholz, “Bu alanda yapılması gereken çok fazla yatırım var,” dedi ve şunları ekledi: “Bu aynı zamanda Alman şirketlerinin, örneğin yerel ekonominin daha da geliştirilmesi, petrol ve gaz kaynaklarının kullanımı ve hidrojenle ilgili gelişmelerde büyük bir rol oynamasıyla da ilgili.”

Suudi Arabistan ve diğer Körfez monarşilerinin işlediği insan hakları suçları bu planların önünde engel teşkil etmiyor. Cidde’de düzenlediği bir basın toplantısında Scholz’a “Cemal Kaşıkçı cinayetindeki sorumluluğu konusunda Veliaht Prens’le görüşüp görüşmediği” sorulduğunda karakteristik alaycılığıyla şu yanıtı verdi: “Yurttaşlık ve insan hakları meseleleri etrafında dönen tüm konuları ele aldık. Olması gereken de bu. Söylenmesi gereken hiçbir şeyin tartışılmadan bırakılmadığını varsayabilirsiniz.”

Eğer Scholz gerçekten de “yurttaşlık ve insan hakları meselelerini” tartışmış olsaydı, kesinlikle henüz Berlin’e dönmemiş olurdu. Sadece Suudi rejiminin işlediği insan hakları suçları o kadar çoktur ki, bunları sıralamak birkaç gün sürer. Her yıl çok sayıda “Kaşıkçı” rejimin terörüne kurban gitmektedir.

12 Mart 2022’de 81 (!) mahkûm tek bir günde idam edildi. Çoğu, aşırı gerici diktatörlüğe karşı sokaklara dökülmekten başka bir şey yapmamıştı. BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri Michelle Bachelet’e göre kurbanların 41’i 2011-12 yıllarında Suudi monarşisine karşı düzenlenen kitlesel protestolara katılmıştır. Yedi Yemen yurttaşı da toplu infazın bir parçasıydı. Onlar, Suudi Arabistan’ın Yemen’de acımasızca savaştığı Husi isyancıları desteklemekle suçlandılar.

Şu anda soykırım niteliği taşıyan bir çatışma varsa o da Suudilerin Yemen’deki eylemleridir. Yoksul ülkenin sistematik olarak bombalanması ve aç bırakılması sonucunda ölen insanların sayısı tam olarak bilinmemekle birlikte yüz binlerle ifade edilmektedir. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) tarafından Kasım 2021 gibi erken bir tarihte yayımlanan bir raporda ölü sayısının 377.000 olduğu tahmin ediliyordu.

UNDP, mağdurlar arasında beş yaşın altında 260.000’den fazla çocuğun bulunduğunu tahmin etmektedir. Bu insanlar, ABD ve –Scholz’un da bir ziyaretle onurlandırdığı– Birleşik Arap Emirlikleri tarafından desteklenen Suudi ablukası sonucunda büyük ölçüde açlık ve hastalıktan öldüler. Raporda ayrıca 2030 yılına kadar ölü sayısının 1,3 milyona yükseleceği öngörülüyor. Aynı zamanda, aşırı yoksulluk içinde yaşayan Yemenlilerin sayısının 2030 yılına kadar 22 milyona yükselmesi bekleniyor.

Alman hükümeti Suudi Arabistan’daki insan hakları durumuna ilişkin doğru bir tabloya sahiptir. İnsan Hakları Komitesi’nin Kasım 2020’de “Suudi Arabistan’da insan haklarının durumuna ilişkin” yaptığı açıklamada, ülkenin “dünya çapında en çok ölüm cezası veren ülkeler arasında” yer aldığı belirtiliyor. 2014’ten bu yana öldürülen insan sayısı “önemli ölçüde arttı.” Ve dahası:

2019 yılında en az 186 kişi idam edilmiştir. Mevcut ve katı bir şekilde uygulanan din değiştirme yasalarına göre, inanç değiştirmek ve sözde dinden dönmek ölümle cezalandırılabilir. Çocuklar da bu mevzuat kapsamındadır. Suç işlediği sırada reşit olmayanlar için ölüm cezasının kaldırılması da dahil olmak üzere reformların duyurulmasına rağmen, burada infazlar gerçekleştirilmeye devam etmektedir. İşlenmemiş suçlara ilişkin sözde itiraflar hâlâ düzenli olarak işkence altında zorla alınmaktadır. Suudi hapishanelerindeki tutukluluk koşulları insan hakları standartlarını ihlal etmektedir.

Rapor bir Ortaçağ despotizminin resmini çiziyor. İnsan hakları ve yurttaşlık hakları aktivistleri “acımasızca bastırılıyor” ve “insan hakkı olan din veya inanç özgürlüğü... o kadar ciddi bir şekilde kısıtlanmaktadır ki, aslında mevcut değildir.” “Cinsel azınlıkların (LGBTİ bireyler) hakları da dâhil olmak üzere, diğer azınlık hakları” da “büyük ölçüde kısıtlanmış veya mevcut değildir.” Özellikle “kadın hakları yaygın biçimde bastırılmakta” ve aktivistler “kadın haklarına bağlılıkları nedeniyle hapsedilmekte, kötü muamele görmekte ve işkenceye maruz kalmaktadır.”

Scholz’un gezisine başladığı ve bir sonraki Dünya Kupası’nın Kasım-Aralık ayları arasında yapılacağı Katar’da da durum daha iyi değil. Uluslararası Af Örgütü’ne göre, Dünya Kupası’nın bu emirliğe verilmesinden bu yana geçen on yıl içinde, stadyumların ve çeşitli mekânların inşasında 15.000 inşaat işçisi hayatını kaybetti. Hindistan, Bangladeş ve diğer Orta Asya ülkelerinden gelen iki milyon göçmen işçinin açlık sınırındaki ücretlerle sömürülmesine rağmen Scholz, Doha’da “misafir işçilerin yasal durumunun iyileştiğini” iddia etti.

İşçiler ve gençler Scholz’un gezisini her şeyden önce bir uyarı olarak görmelidir. Alman egemen sınıfı, yeniden silahlanmaya, sosyal saldırılara ve pandemi politikasına karşı büyüyen muhalefeti bastırmak için benzer öldürücü yöntemlere başvuracaktır. Aynı zamanda bu durum, Alman militarizminin iki dünya savaşında işlediği korkunç suçların ardından dünya sahnesine geri dönmesini sağlamak için yalanlara dayanan insan hakları lafları etmesini de engellemeyecektir.

Loading