Kurbanların yakınlarının açıklamaları: Amasra’daki maden faciası bir toplumsal cinayettir

Madenci yakınlarının açıklamaları, Bartın’da bulunan devlete ait Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) Amasra Müessese Müdürlüğü madeninde Cuma günü 41 işçinin öldüğü, altı işçinin ağır yaralandığı grizu patlamasının önlenebilir bir felaket olduğunu ortaya koyuyor.

Kömür madeni patlamasında hayatını kaybeden madencilerden birinin yakınları, Türkiye'nin Karadeniz kıyısındaki Bartın iline bağlı Amasra'da bir caminin önünde cenaze töreni sırasında yas tutuyor, 15 Ekim 2022, Cumartesi. [AP Photo/Khalil Hamra]

Facianın ardından Amasra’ya giden Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Biz kader planına inanmış insanlarız. Bunlar her zaman olacaktır, bunu da bilmemiz lazım,” diyerek ölümleri normalleştirmeye çalışmıştı.

Oysa 2019’daki Sayıştay raporu, üretim derinliğinin 300 metreye inmesinin grizu patlaması riskini ciddi olarak artırdığı uyarısında bulunarak güvenlik önlemlerinin alınması çağrısı yapıyordu. Erdoğan hükümetinin bu işçi katliamını “kader” diyerek kaçınılmaz olarak göstermeye çalışmasına karşın, madenci yakınlarının verdikleri röportajlar, 41 işçinin gerekli önlemlerin alınmaması sonucu ölüme gönderildiğini gösteriyor.

Hayatını kaybeden 30 yaşındaki madenci Mehmet Bulut’un eşi Buse Bulut, Medyascope’a verdiği röportajda olayın kaza değil cinayet olduğunu söyledi: “Öldürdüler. Bakın cinayet bu, kaza değil. Keserler, sansür yaparlar, kesmeyin… Öldürdüler.”

Bulut, madencilerin bir süredir metan gazı seviyesinin yükseldiğinden söz ettiklerini belirterek şunları ifade etti: “Bir haftadır diyorlardı ‘Gaz var, gaz var.’ Ölçmeden [işçileri] yollamışlar. Eşim üç aydır diyordu: ‘Havalandırmalar yapılacak.’ Sürekli ertelediler, sürekli.Benim eşim can çekişti, nefessiz kaldı, yandı.

Bulut, yetkililerin patlamadan sonra kendilerine bilgi vermediğini ifade ederek şunları ekliyordu: “17 saat cesedini bekledim, ceset torbalarını karıştırdık. Ceset bekledim, bilgi vermediler. Millet uzaya insan gönderiyor, yerin altından kocamı çıkaramadılar 17 saat. Akşam ambulanslar geçti vızır vızır. Ölmüş, haberim yok, ölmüş. Öldürmüşler. İhmal, kendi ceplerini doldurdular hep, öldürdüler. Kapatacaklar üstünü.”

Bulut, bir başka röportajda da madenci katliamına yol açan kasıtlı ihmale dikkat çekiyordu: “Kocam diyordu bana, ‘Bacalarda sıkıntı var. Temizlenmesi gerek' diyordu… ‘3 aydır bacalar temizlenecek’ diyordu, üç sene önce rapor çıkmış, neredesiniz?”

Hayatını kaybeden Şaban Yıldırım’ın eşi Sena Yıldırım ise ANKA Haber Ajansı’na verdiği röportajda, eşinin Ekim ayı başında kendisine madendeki sorunları aktardığını belirterek şunları ifade etti:

İhmal var, yüzde 100 ihmal var. 3 Ekim’de biz Ankara’ya gittik, bebekler için. Onun iki gün öncesi bana, hava temas sisteminin kötü olduğunu; bir 20 günde biteceğini, belki bitemeyeceğini, daha uzun sürebileceğini söylüyordu, tamir edilmesinin. Tüm işçilerin çıkacağını yani. Hatta izin konusunda “Belki parasız izin bile olabilir,” demişler. Ölmeden beş gün önce de zaten gaz konusunu konuştu. “Bir metan gazı var gibi gözüküyor,” dedi.

Şaban Yıldırım’ın kayınvalidesi Nesrin Akkuş da madencilerin kasıtlı ihmal sonucu öldürüldüklerini söyledi: “[Şaban] Tüm işçilerin çıkartılacağını söyledi. Yavrum, belki vefat etmeden bir hafta ya var ya yok, bizim evde konuşuldu. Dedi ki ‘Sena, belki bizi dışarı çıkartacaklar, tüm işçileri dışarı çıkartıp orayı temizleyecekler,’ dedi. Toptan temizlik yaptılar ama evlatlarımızı temizlediler. Toptan temizlediler… Şunu anlıyoruz ki bizim çocuklarımız pisi pisine gittiler.”

Mehmet Bulut’un kardeşi Muhammed Bulut, madendeki gerekli bakımın yapılmamasının 41 işçinin canına mal olduğunu söylüyordu:

Madende 40 gün sürecek bir bakım var dediler. Bunlar biliyor, 3 aydan beri bu muhabbet varmış. Muhabbet, sadece muhabbet. Şu ana kadar bir şey yokmuş. Bu ayı atlayınca, bu ayı çıkınca izne ayrılacaklarmış sözde… Yapmadılar, uşakların canına mal oldular. 41 tane cana. Gaz ortamında, gaz var dediler. Tecrübesiz kişiler. 2019 yılında girdiler hepsi. Tecrübesiz, yanında tecrübeli kimse yok.

Hayatını kaybeden madenci Soner Ak’ın eşi Özge Ak, ANKA’ya verdiği demeçte yöneticilerin metan gazı durumundan haberdar olduğunu ancak işçileri çalışmaya zorladığını vurguladı: “Anlatıyordu, ‘Gaz kokusu çok var,’ diyordu, ‘ama yapacak bir şey yok,’ diyordu. Şef, ‘Bize kömür lazım, sizin keyfiniz lazım değil,’ demiş. Adalet yerini bulsun istiyorum. 41 can gitti, hepsinin de çocuğu var.”

Soner Ak’ın annesi Fatma Ak, oğlunun “Anne, ocakta bir koku var, bizi çalıştırıyorlar,” dediğini aktararak şunları söyledi:

Bize söylüyordu, “Anne, ocaklar kapanacak, gaz kokusu [var],” diye söylüyordu. Bir hafta, 10 gün önce haberlerde söyleniyordu “koku varmış” diye, haberlerden duydum. Ben zaten soruyorum; “Oğlum haberlerde bir şey diyorlar, bunun aslı var mı, gitme” dedim. “Gitme oğlum bir şey olur.” “Anne o zaman gitmemeyim mi? Sen bana para verecek misin,” derdi. Ben de olsa verirdim, yok ki vereyim.

BBC Türkçe’ye konuşan Şaban Yıldırım’ın yakını kahveci Rıfat Akgül, patlamadan iki hafta önce Yıldırım ile yaptığı bir sohbeti aktardı: “Şaban dükkâna geldi, ‘Abi sıkıntı var, işler çok zor, rahat çalışamıyoruz,’ dedi. Ne bakımdan oğlum dedim? ‘Ne bileyim abi, giriyoruz çıkıyoruz ama hayatımız tehlikede,’ dedi.”

Akgül sözlerini şöyle sürdürdü: “Çocuklar zaten içeride gaz sıkıntısı olduğunu amirlerine söylemişler ama ‘devam edin, çalışın’ yanıtını almışlar. Şaban bana, ‘Çavuşlara, tertip amirlerine de söyledik, Kasım ayında iki galeriyi kapatıp bakıma alacaklarmış, bizi 15 gün izne ayıracaklarmış,’ dedi.” Akgül buna şu yanıtı verdiğini belirtti: “Oğlum Kasım’a kadar kim öle kim kala, bir an önce bu sorunu halletsinler, dedim. Fazla sürmedi, cuma günü bu olay patladı.”

Madencileri sözde temsil eden Türk-İş’e bağlı Genel Maden İşçileri Sendikası (GMİS), konuyla ilgili BBC Türkçe’ye yaptığı açıklamada, “Belirttiğiniz yönde bir duyumumuz, işçi arkadaşlarımız tarafından sözlü veya yazılı hiçbir sorun sendikamıza iletilmemiştir,” dedi. Bu açıklamayla GMİS bürokrasisi ya açıkça yalan söylemekte ya da madencilerle en ufak bir iletişimlerinin olmadığını itiraf etmektedir. Her iki durumda da sendikal aygıt madencilerin başına gelen felakete göz yummuştur.

En son Cumartesi günü “Kurumumuzdaki tüm müesseselerimizde maden iş sağlığı ve güvenliği kurallarına sıkı sıkıya riayet edilerek üretim yapılmaktadır” açıklaması yapan TTK, bu iddialarla ilgili soruları yanıtlamadı.

2017’de TTK’nin başına atanan Kazım Eroğlu, 2013’te Zonguldak’taki TTK Kozlu Müessesesi maden ocağında 8 işçinin ölümüne yol açan iş cinayetinin baş sorumlusu olarak yargılanmıştı. Eroğlu ve yardımcısı Nurettin Yılmaz, 2019’da “tali kusurlu” sayılarak 4 yıl hapis cezası aldı ancak bu, para cezasına çevrildi.  

TTK’nin başında iş cinayetinden hükümlü biri bulunurken, Bağımsız Maden İşçileri Sendikası avukatı Mürsel Ünder, Cumhuriyet’e verdiği demeçte Amasra’daki tesisi halen şüpheli konumdaki müessese müdürünün yönettiğini ve bunun delillerin karartılması riski yarattığını vurguladı. Ünder, “Oraya [madene] girip girmeme, oraya kimlerin gireceği, ne yapılacağı, bütün meseleleri müessese müdürleri yapıyor,” dedi.

Madencilerin dile getirdikleri risklere ve yaptıkları uyarılara rağmen üretimin devam ettirilmesi, hükümet, TTK ve sendika bürokrasisinin belirlenen üretim hedefleri için işçilerin hayatını hiçe saydıklarını ve bu önlenebilir felaketten sorumlu olduklarını göstermektedir.

20 Eylül’de, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez, TTK Genel Müdürü Kazım Eroğlu, Türk-İş Genel Başkanı Ergün Atalay, GMİS Genel Başkanı Hakan Yeşil, GMİS yöneticileri, Bartın valisi ve belediye başkanı, patlamanın olduğu madeni ziyaret etmişti. Bakan Dönmez, yaptığı konuşmada, “Üretim artışı hedefimiz var… Geçtiğimiz yıl maden ihracatında 6 milyar dolarla rekor kırdık. Bu sene bu 6 milyar doları da aşacağız,” diyordu.

Orada bakanlık memurları gibi bulunan sendika bürokratları, hükümeti övmek dışında bir şey yapmadılar. GMİS lideri Hakan Yeşil’in patlamanın ardından ilk işi, işçilerin öfkesini bastırmaya çalışmak oldu. Yeşil, “Kimse provokatif eylemlere girmesin,” diyordu.

Yeşil, bir başka açıklamasında, bu korporatist sendikanın başlıca kaygısının işçilere polislik yapmanın yanı sıra üretimin en kısa sürede yeniden başlaması olduğunu açıkça ortaya koydu. Yeşil, “En yakın zamanda bütün riskler ortadan kaldırıldıktan sonra ocaklarımız tekrar üretime başlayacaktır,” diye konuştu.

2014’te Soma’da 301 madencinin canına mal olan facianın hükümet ve şirket yönetimindeki sorumlularının serbest olması ve Amasra’daki faciaya verilen ilk resmi tepkiler, bu katliamın da üzerinin örtülmesi riskine işaret ediyor. Buna karşılık, Türk-İş ya da DİSK bürokrasisi, milyonlarca işçi arasındaki yaygın öfkeyi yatıştırmaya çalışmaktan başka bir şey yapmıyor.

Amasra’daki önlenebilir felaketin sorumlularının bağımsız bir soruşturma sonucu yapılacak adil bir yargılamaya tabi tutulması, ancak işçi sınıfının kitlesel seferberliğiyle mümkündür. Dünya Sosyalist Web Sitesi ve Sosyalist Eşitlik Grubu, madencileri ve işçi sınıfının diğer kesimlerini, devletin ve şirketlerin hizmetindeki sendikal aygıtlardan bağımsız taban komiteleri kurarak böylesi bir soruşturma ve yargılama talebiyle harekete geçmeye çağırıyor.

Loading