Türk Tabipleri Birliği Başkanı Şebnem Korur Fincancı’dan elinizi çekin!

Türk Tabipleri Birliği (TTB) Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı’nın dün İstanbul’daki evinden polis tarafından gözaltına alınması, temel demokratik haklara yönelik ciddi bir saldırıdır. Dünya Sosyalist Web Sitesi, Fincancı’nın keyfi bir şekilde gözaltına alınmasını protesto eder ve serbest bırakılmasını talep eder.

4 Şubat 2022 tarihli bu dosya fotoğrafında, Türk Tabipleri Birliği Başkanı Şebnem Korur Fincancı Ankara’da düzenlenen bir protesto sırasında konuşuyor. (AP Photo/Burhan Özbilici, Dosya)

Fincancı’nın gözaltına alınması dün İstanbul, İzmir, Diyarbakır, Adana gibi birçok ilde protesto edildi. Konuyla ilgili bir açıklama yaparak devlet baskısını protesto eden TTB Merkez Konseyi, “İktidar çevrelerinin yargıya müdahale niteliğindeki açıklamaların ardından gelen gözaltı kararı, bu çevrelerin uzun zamandır TTB’ye ve tüm emek-meslek örgütlerine yönelik artırdığı baskının son aşamasını oluşturmuştur,” diye belirtti.

Açıklamada, Recep Tayyip Erdoğan hükümetinin TTB’yi kendi denetimi altına almayı amaçladığı vurgulandı: “Nitekim iktidar, Meslek Örgütleri Yasası’nda bir değişiklik için kamuoyunda yaratılan bu gündemi kullanacağını da açıklamalarıyla itiraf etmiştir.”

100.000’den fazla doktorun üyesi olduğu TTB’nin seçilmiş lideri ve bir Adli Tıp Uzmanı olan Fincancı, geçtiğimiz hafta Medya Haber adlı basın kuruluşuna, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) Irak Kürdistanı’nda PKK güçlerine karşı devam eden bir operasyonda kimyasal silah kullandığı iddiasıyla ilgili konuşmuştu. 18 Ekim’de, PKK’ye yakın Fırat Haber Ajansı (ANF), TSK’nin kimyasal silah kullandığını öne sürerek bu silahlara maruz kaldığını iddia ettiği iki PKK militanının görüntülerini yayınlamıştı.

Medya Haber’e konuşan Fincancı, yayınlanmasını doğru bulmadığı görüntüleri izlediğini belirterek, “Belli ki sinir sistemini doğrudan tutan toksik-zehirli kimyasal gazlardan biri kullanılmış durumda. Her ne kadar kullanılması yasak olsa da çatışmalarda kullanıldığını görüyoruz,” demişti.

Bunun üzerine Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Erdoğan hükümetinin talimatıyla derhal harekete geçerek Fincancı hakkında bir soruşturma başlattı. Başsavcılıktan yapılan açıklamada soruşturmanın “PKK/YPG silahlı terör örgütünün sözde yayın organına yaptığı açıklamalar nedeniyle … Terör Örgütü Propagandası Yapmak ve … Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Devletin kurum ve organlarını aşağılama suçlarından” açıldığı ifade edildi. Başsavcılık aynı zamanda Fincancı’nın TTB başkanlığı görevine son verilmesini talep ediyordu.

Aynı gün bianet’e konuşan Fincancı, “haberin veriliş biçimini” eleştirerek şunları belirtiyordu: “Ben, katıldığım yayında bu istemsiz hareketlerin sinir sistemini tutan bir kimyasalın etkisiyle olabileceğini belirttim ve bir kimyasal kullanıldığı iddiası varsa da bununla ilgili etkili bir soruşturma yapılması gerektiğini ifade ettim.”

Fincancı sözlerini şöyle sürdürdü: “Ölüm meydana gelmişse; Minnesota Protokolü’ne göre tıbbi bir araştırma yapılması gerektiğini, bağımsız kurumlar tarafından da bir soruşturma yapılmasının zorunluluk olduğunu çünkü bunun Cenevre Sözleşmesi kapsamında savaş suçu olarak değerlendirildiğini söyledim. Ancak haber, benim bu olayı kanıtladığım şeklinde yansıtılmış, yani pek doğru yansıtılmadı.”

“‘Soruşturma açılsın’ diyene soruşturma açmak suçu gizlemeye dönük bir izlenim uyandırıyor” diyen Fincancı, ortada bir suç olmamasına karşın hükümet ve burjuva medya tarafından hedef gösterildi ve daha önce ifade vermeye gitmeye hazır olduğunu bildirmiş olmasına rağmen dün evi basılarak gözaltına alındı.

TTB bu yıl daha ücretlerde, sosyal haklarda ve çalışma koşullarında iyileştirme talebiyle ülke çapında birçok grev düzenledi. Dahası Fincancı ve TTB, pandemi verilerinin gizlenip manipüle edilmesine muhalefeti nedeniyle de hükümetin hedef tahtasındaydı.

TTB, Erdoğan’ın kârı insan hayatının önüne koyan “sürü bağışıklığı” politikalarına karşı çıktı. Fincancı da verdiği röportajda buna dikkat çekiyordu: “Ayrıca biz salgın sürecinde, ‘sizlerin verileriyle bizlerin alandan derlediği veriler örtüşmüyor’ dediğimizde de meslek örgütü olarak kriminalize edildik. İnsan hakları savunucuları sürekli kriminalize ediliyor. Yani soruşturma açılması, böyle bir refleksin ortaya çıkması çok şaşırtıcı değil.”

18 Ekim’de Halkların Demokratik Partisi (HDP) kimyasal silah kullanıldığı iddiasını meclis gündemine taşıyarak soruşturma talep ederken, Milli Savunma Bakanlığı iddiaları yalanladı. Cuma günü Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar “Türk Silahlı Kuvvetlerinin envanterinde kimyasal silah yok,” dedi. Akar aynı konuşmada “Biz başta Irak ve Suriye olmak üzere tüm komşularımızın sınırlarına, egemenlik haklarına saygılıyız,” diyordu.

Gerçekte ise hem Suriye hem de Irak hükümetleri Türkiye’den kendi topraklarındaki silahlı kuvvetlerini çekmesini talep ediyor.

Aynı gün Erdoğan, hükümetinin Fincancı’nın peşini bırakmayacağını ilan ederek şunları söyledi: “Arkadaşlar hemen süratle davaları açtılar ve bunun peşini kesinlikle bırakmayacağız. Hem tazminat hem ağır ceza davaları açarak üzerine üzerine gideceğiz. Silahlı Kuvvetlerimizin bugüne kadar kimyasal silah kullanmak gibi bir taksiratı yoktur.”

Erdoğan ayrıca dikkat çekici bir şekilde, bunların “komünistlerin iftirası” olduğunu iddia ediyordu: “Bunlar ilk defa da bu iftiraları atıyor değiller. Bunlar densizdir, bunlar ahlaksızdır. Ordumuza hep attıkları çamur budur. Çamur at, tutmazsa iz bırakır diye düşünüyorlar. Bu komünizmin, komünistlerin de en önemli şiarıdır. Bunlar da onların artıkları olduğu için bu tür iftiraları her zaman atacaklardır. Biz de hukuk içerisinde ne gerekiyorsa bunlara bunun hesabını orada soracağız.”

Erdoğan hükümetinin faşist müttefiki Milliyetçi Hareket Partisi’nin (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli de Pazar günü “Bölücü terör örgütü PKK’nın iftiralarına sarılıp şerefli Türk askerlerini suçlayan kim varsa teröristtir, şerefsizdir, haindir, suçludur,” diyerek Fincancı’yı “terörist ve suçlu” ilan etmişti. Bahçeli Salı günü yaptığı açıklamada TTB’nin kapatılmasını talep ederek Fincancının ve “diğerlerinin” vatandaşlıktan çıkarılması çağrısı yaptı.

TTB, 2018 yılı başında da Erdoğan’ın hedefi olmuştu. Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyindeki ABD destekli Kürt milliyetçisi Halk Savunma Birlikleri’nin (YPG) elindeki Afrin kentine yönelik harekâtının ardından “Savaş Bir Halk Sağlığı Sorunudur” başlıklı, savaşa karşı çıkan bir açıklama yayımladıkları için TTB merkez konseyinin 11 üyesi gözaltına alındı. Bundan önce Erdoğan, TTB liderlerini “vatan haini” ve “terörist sevici” ilan etmişti.

Kimyasal silah kullanma iddialarının gündeme geldiği yer olan Irak’ta, Türk ordusu PKK güçlerinin konuşlandığı mevzilere 2019’dan beri “Pençe” kod adlı askeri operasyonlar düzenliyor. Bu yıl Nisan ayında başlatılan “Pençe Kilit” operasyonunun ardından Temmuz ayında Irak merkezi hükümeti ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi, çok sayıda sivilin öldüğü bir bombardımandan Türkiye’yi sorumlu tutmuştu. İddiayı reddeden Ankara, sorumlunun PKK olduğunu öne sürdü.

TTB başkanının gözaltına alınması, hayat pahalılığıyla beraber büyüyen toplumsal huzursuzluk ortamında hükümetin demokratik haklara yönelik saldırıları artırdığı sırada geliyor. Irak ve Suriye’de devam eden askeri operasyonlar ve Doğu Akdeniz’de Yunanistan ile artan gerilimlerin ortasında hükümet, sınıfsal gerilimleri bastırmak ve başka yöne çevirmek için militarizme başvuruyor.

Dahası, kısa süre önce “sansür yasası” denilen ve açıkça her türden siyasi ve toplumsal muhalefeti hedef alan yasa kabul edildi. Buna göre “Sırf alk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılacak.”

Fincancı’nın gözaltına alınmasından bir gün önce, Mezopotamya Ajansı (MA) ve JINNEWS çalışanı dokuz gazeteci gözaltına alındı.  Gazetecilerin ters kelepçeyle gözaltına alınma görüntülerini paylaşan Ankara Emniyet Müdürlüğü, gazetecilerin “PKK/KCK terör örgütünün basın komitesi” altında faaliyet yürüttüğünü ve “halkı kin ve düşmanlığa sevk edici içerikte haber yaptıklarını” iddia ediyordu. Geçtiğimiz Haziran ayında yine Kürt basınına yönelik düzenlenen antidemokratik operasyon sonucu 16 gazeteci tutuklanmıştı. Gazeteciler halen bir iddianame olmaksızın hapiste tutuluyor.

İfade ve basın özgürlüğüne yönelik artan saldırılar ve keyfi gözaltılar, savaşa karşı çıkmadan demokratik hakların savunulamayacağının bir kez daha altını çizmektedir. Bunun için, demokrasiyi savunabilecek tek toplumsal güç olan işçi sınıfının savaş karşıtı ve sosyalist bir uluslararası program temelinde seferber edilmesi gerekiyor.

Loading