Türkiye-Suriye depreminde bilanço ağırlaşıyor: En az 45 bin can kaybı

Türkiye’nin güneyini ve Suriye’nin kuzeyini vuran iki büyük depremin ardından on iki gün geçerken ölü sayısı giderek artıyor. Türkiye’de on ilde büyük yıkıma yol açan 7,7 ve 7,6 büyüklüğündeki iki deprem sonucu, resmi rakamlara göre dün itibarıyla ülkedeki can kaybı 39.672’ye ulaştı.

Doğan Keleş, oğlu 21 yaşındaki Hazar Keleş'i Malatya'daki Şehir Mezarlığı'na defnetmeden önce tabutunun başında gözyaşı dökerken, 12 Şubat 2023 Pazar. [AP Photo/Francisco Seco]

Türkiye’nin de dahil olduğu NATO güçlerinin 2011’den beri devam eden rejim değişikliği savaşı ve emperyalist güçlerin felç edici yaptırımları nedeniyle zaten harap halde olan Suriye de depremlerden ağır biçimde etkilendi. BM’nin 5 milyondan fazla insanın evsiz kaldığını tahmin ettiği ülkede en az 6 bin kişi hayatını kaybetti.

Dahası, savaştan kaçarak Türkiye’ye sığınmış olan Suriyelilerin 1 milyondan fazlası depremin vurduğu sınır illerinde yaşıyordu. Depremde hayatını kaybeden Suriyeli sığınmacı sayısına ilişkin resmi bir açıklama yapılmazken, Sığınmacı Hakları Platformu Sözcüsü Taha El Gazi, bu sayının 6 binin üzerinde olduğunu öne sürdü.

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum’un son açıklamasına göre deprem bölgesinde 684 bin bina incelenirken 84 binden fazla bina “yıkık, acil yıkılacak ve ağır hasarlı” olarak tespit edildi. Bu, her 100 binadan 12’sinin yıkıldığı ya da ağır hasarlı olduğu anlamına gelmektedir ki bu oran bazı yerlerde çok daha yüksektir.

Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay dün yaptığı açıklamada arama kurtarma çalışmaları devam eden enkaz sayısının 200’ün altında olduğunu söyledi. Devletin deprem bölgesinde arama kurtarma çalışmalarına günler sonra başlaması, enkaz altında yaralı kurtarılmayı bekleyen birçok insanın ölümüne yol açtı. Çalışmalar başladıktan çok kısa bir süre sonra ise, pek çok insan hâlâ enkaz altında olmasına rağmen, birçok yerde enkaz kaldırma çalışmalarına geçildi.

Halen enkaz altında canlı veya hayatını kaybetmiş kaç kişinin olabileceğine dair hiçbir resmi açıklama yapılmazken, birçok insanın iş makinelerinin enkaz kaldırma çalışması sırasında ölebileceğinden korkuluyor.

Perşembe günü Maraş’taki bir enkaz altında bulunan Neslihan Kılıç’ın, bir iş makinesi operatörünün enkaz kaldırma çalışması sırasında kendisini fark etmesi sonucu kurtarılması bu tehlikenin büyüklüğünü ortaya koymaktadır. Enkaz altında halen insanların hayatta olma ihtimali varken yapılan bu enkaz kaldırma çalışması, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hükümetinin, hem deprem öncesine hazırlık hem de sonrasında hayatları kurtarmaya yönelik müdahale konusunda iflas eden ve siyasi olarak suç oluşturan politikasının bir devamıdır.

Depremin üçüncü gününden itibaren deprem bölgesine müdahale etmeye başlayabilen hükümet, arama kurtarma ve yardım çalışmasından çok bu felaketteki açık sorumluluğunun üzerini örtmeye odaklandı. Hiçbir yetkili istifa etmezken, bugüne kadar çoğunluğu müteahhit 83 kişi günah keçisi olarak tutuklandı.

Bilim insanlarının ve bizzat devlete bağlı kurumların hazırladığı raporlar ile yıllardır uyarıda bulunduğu bir depreme karşı hiçbir hazırlık yapmayan Erdoğan, ortaya çıkan toplumsal felaketi “kader” ile açıklamaya çalıştı ve böylesi büyük depremlere hazırlık yapmanın mümkün olmadığını iddia etti.

Oysa diğer çok sayıda raporun yanı sıra Kahramanmaraş Valiliği ile İçişleri Bakanlığı’na bağlı AFAD’ın 2020 yılında yayımladığı “Kahramanmaraş İl Afet Risk Azaltma Planı”, Şubat 2023’te meydana gelecek depremin ve yıkımların büyük ölçüde öngörüldüğünü ortaya koyuyor.

Maraş’ta 7,5 büyüklüğünde bir deprem senaryosunun yapıldığı raporda, “Olası büyük bir deprem gerçekleşmesi durumunda şehrin büyük bir kısmının etkileneceği öngörülmektedir,” diye belirtilmişti. Olası yıkım nedenleri arasında şunlar vardı: “Bölgenin aktif fay zonuna yakın olması; Yapı stoğunun kötü olması; Zemin koşullarının sıvılaşmaya müsait olması; Yeraltı su seviyesinin çok yüksek olması.”

Raporda şu uyarılar yapılmıştı: “Kahramanmaraş yöresi ve çevresi, tektonik yapısı bakımından sismik aktivitesi yüksek olan birinci derecede deprem bölgesi içinde kalmaktadır. Bölge, diriliğini koruyan Doğu Anadolu Fayı ile Ölü Deniz Fayı’nın etkisi altındadır. Bu faylarda 200 yıllık bir enerji birikiminin olduğu ve sismik olarak oldukça yüksek bir potansiyel tehlikenin bulunduğu anlaşılmaktadır. Aynı zamanda fayların henüz disloke olmayan segmentlerinin Kahramanmaraş yakınında yer alması bu kesimde risk derecesini arttırmaktadır.”

Rapor şöyle devam ediyordu:

Doğu Anadolu Fayı ile Ölü Deniz Fayı’nın Kahramanmaraş’ın hemen güneyinde karşılaşmaları ve kollara ayrılarak büklüm yapmaları, olması muhtemel büyük magnitüdlü depremlerin episantr alanını oluşturabilir. Bu da riski ve oluşacak hasar derecesini artıracağı endişesini doğurmaktadır. Bunun yanında yerleşmelerin büyük çoğunluğunun çok zayıf zeminler üzerinde yer alması bu endişeyi daha da kuvvetlendirmektedir.

Halkın olası bir deprem tehlikesinden habersiz olduğunu ve bunun da tehlikenin boyutunu daha da artırdığını vurgulayan rapor, hükümetin alması gereken önlemleri şöyle belirtmişti:

Bu nedenle olası bir depremde can ve mal kayıplarını en aza indirmek için, meskun alanlarda zemin etütlerinin ayrıntılı olarak yapılması ve tehlikeli zonlardaki yapıların tahliyesi zaruridir. Ayrıca, yeni kurulacak köy, kasaba ve kentlerin kuruluş ve gelişme yerlerinin seçiminde deprem etkinliği ve deprem riski mutlaka dikkate alınmalıdır. Aktif faylardan uzak ve sağlam zeminler üzerinde, betonarme ve statik hesapları doğru olan, depreme dayanıklı binalar yapılmalıdır.

Ne var ki, tehlikeli alanlarda yaşayanların tahliyesi yapılmadı ve aktif faylardan uzak ve sağlam zeminler üzerinde depreme dayanıklı binalar inşa edilerek halkın can güvenliği sağlanmadı. Tehlikeden büyük ölçüde habersiz olan halkın kaderine terk edilmesi sonucu, on binlerce insan hayatını kaybetti. Devlet destekli özel inşaat sektörünün büyük yatırımlarla övündüğü ve devasa kârlar elde ettiği Türkiye’de, kapsamlı bir devlet harcaması gerektiren böyle uzun vadeli bir yatırım kârlı görülmemişti.

Deprem bölgesinde milyonlarca insan en temel ihtiyaçlarını karşılayamaz ve binlerce insan hâlâ enkaz altındayken, Erdoğan hükümeti durumu normalleştirmeye ve “milli birlik ve beraberlik” vurgusu yaparak bu toplumsal cinayetin arkasındaki kapitalist kâr çıkarlarını ve sorumsuz politikaları gizlemeye odaklandı.

Devletin ve milyarderlerin felakete seyirci kaldığı ilk günlerde madenciler, inşaat işçileri, itfaiyeciler ve sağlık emekçileri başta olmak üzere işçi sınıfının tüm kesimleri ve gençler bölgeye akın ederek arama kurtarma ve yardım çalışmalarına katılmaya çalıştılar. Çok sayıda hayat kurtaran ve binlerce insana bazı temel ihtiyaçlarını sağlayan bu çaba, hem hükümetin felaketteki inkâr edilemez sorumluluğunu hem de suç oluşturan acizliğini daha da açığı çıkardığı için kabul edilemez görüldü.

Hükümet, buna, Çarşamba günü “Türkiye Tek Yürek” adı altında canlı yayında “depremzedeler için bağış toplama” kampanyası ile yanıt verdi. Birçok ünlünün sunuculuk yaptığı ve çok sayıda televizyon kanalında canlı yayınlanan program, esasen, servetini işçi sınıfının sömürülmesine ve yoksullaştırılmasına borçlu olan mali oligarşinin reklam şovuna dönüştü. Dahası, etkinlikte devlet kurumu AFAD için toplandığı söylenen 115 milyar liranın 85 milyar lirası kamu bankalarından geldi.

Özel kârı ve servet birikimini insan hayatının önüne koyan kapitalizmin Türkiye’deki başlıca resmi ve özel kurumları, bu çürümüş toplumsal sistemi ortalığa milyonlar saçarak örtmeye aklamaya çalıştılar. Onların bir kısmı, toplu mezarlara dönüşen bölgede hükümetin bir yıl içinde tamamlayacağını ilan ettiği yeni konutların ihalelerini almak için ellerini ovuşturan inşaat devleriydi.

Friedrich Engels’in 1845’te İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu adlı eserinde dönemin İngiliz burjuvazisinin tiksindirici ikiyüzlülüğü üzerine belirttikleri sanki günümüzün Türk egemen seçkinlerinin bu önlenebilir toplumsal felakete verdikleri yanıt hakkında yazılmış gibidir:

Önce proleterlerin kanını emiyorsunuz sonra onlara kendinizi rahatlatırcasına, ikiyüzlü bir insanseverlik göstererek sanki hizmet etmiş oluyorsunuz. Yağmaladığınız mağdurlara, zaten onların olan şeyin yüzde birini geri vererek kendinizi dünyanın önünde kudretli iyilikseverler gibi gösteriyorsunuz.*

* Friedrich Engels, İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu (Ankara: Sol Yayınları, 1997), s. 361. Çeviren: Yurdakul Fincancı.

Loading