İsrail’in Nablus’a yönelik ölümcül saldırısı kasıtlı bir provokasyondur

İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF) Çarşamba sabahı Batı Şeria’nın kuzeyindeki Nablus kentine toplu bir baskın düzenleyerek barbarca bir vahşet ve militarizm gösterisi içinde 11 kişiyi öldürdü ve 103 kişiyi yaraladı. Öldürülenler arasında 72 ve 66 yaşlarında iki yaşlı adam da vardı.

Yas tutanlar, 21 Şubat Salı günü Batı Şeria’nın Nablus kentindeki Balata mülteci kampında düzenlenen cenaze töreni sırasında sloganlar atarak 16 yaşındaki Montaser Shawwa’nın naaşını bir ara sokaktan geçiriyor. Shawwa, İsrail ordusunun 8 Şubat’ta işgal altındaki Batı Şeria’da düzenlediği operasyon sırasında aldığı yaralara yenik düştü. [AP Photo/Nasser Nasser]

Askerlerin sağlık görevlilerinin yaralıları olay yerinden tahliye etmesini engellediği ve ambulanslara ateş açtığı bu baskın, son on yılların en ölümcül baskını oldu. Video görüntülerinde bir askeri cipin baskına karşı koyan Filistinlilerin üzerine sürüldüğü görülürken, bir başka görüntüde vurulduğu ve kan kaybından öldüğü anlaşılan yaşlı bir adamın yerde hareketsiz yattığı görülüyor. Diğer bir görüntüde ise silahsız oldukları anlaşılan üç kişi kaldırımda koşarken görülüyor; bu kişilerden biri ateş açıldıktan sonra yere düşüyor.

Ortadoğu’nun en güçlü savaş makinesi tarafından güpegündüz, şehrin işlek bir bölgesinde gerçekleştirilen bu yargısız infazlar, Başbakan Binyamin Netanyahu’nun yeni kurulan koalisyon hükümeti tarafından işlenen bir savaş suçundan başka bir şey değildir.

Loading Tweet ...
Tweet not loading? See it directly on Twitter

İsrail, her zamanki ikiyüzlülüğü ve alaycılığıyla, Ekim ayında bir İsrail askerini öldüren ve gelecekte “silahlı saldırılar planlayan” üç silahlı teröristi “tutuklamaya çalıştığını” iddia ederek, bu iddiaları destekleyecek herhangi bir kanıt sunmaksızın, ölümcül saldırısını meşrulaştırdı. Bir ordu sözcüsü, askerlerin aranan üç kişiyi gözaltına almaya çalıştıklarında ağır silah ateşiyle karşılaştıklarını söyledi ancak sekiz kişinin daha neden öldürüldüğünü açıklamadı.

Baskın, İsrail’de intikam saldırılarını ve Müslüman Kardeşler’e bağlı burjuva dinci örgüt Hamas tarafından kontrol edilen kuşatma altındaki Gazze Şeridi’nden roket ateşini hızlandırmak için hesaplanmış kasıtlı bir provokasyondu. Bu tür saldırılar da yetkililer tarafından bir “güvenlik krizi” ilan etmek ve hükümetin diktatörlük yetkilerini üstlenme ve yargı sistemini iğdiş etme çabalarına karşı büyüyen protesto hareketini rayından çıkarmak için kullanılacaktır. Bu, İsrail’in 1967 Arap-İsrail savaşından bu yana yasa dışı olarak işgal ettiği Filistin topraklarını ilhak etmeye yönelik daha geniş planlarının bir parçasıdır.

İsrail’deki protesto hareketinin liderleri Netanyahu hükümetinin gündemini büyük ölçüde paylaşıyor ve Filistinli İsrail vatandaşlarına yönelik herhangi bir çağrıya düşmanca yaklaşıyor olsalar da, Netanyahu’nun faşist destekli güç gaspının kapitalist yönetimin ve İsrail devletinin istikrarını tehlikeye attığından korkuyorlar. Büyüyen hareketin aynı zamanda İsrail’in Filistinlileri acımasızca bastırmasına ve apartheid yönetim sistemine karşı daha geniş bir toplumsal hoşnutsuzluk ve muhalefet tarafından canlandırıldığının bilincinde olan bu kişiler, mitinglere katılanların Filistinlilere ulaşmaması ve mücadelelerini birleştirmemesi gerektiği konusunda kararlılar. Protestoları, İsrail’in Yahudi Ulus Devlet Yasası’nı onaylayan ve Doğu Kudüs’ün Şeyh Cerrah mahallesindeki yerleşimlere, toprak gasplarına ve tahliyelere izin veren Yüksek Mahkeme’yi korumakla sınırlandırmaya çalıştılar.

Nablus’taki cinayetlerin ardından IDF, Hamas tarafından yönetilen iki askeri bölgeye hava saldırısı düzenledi. Bu saldırı, son 15 yıldır iki milyonluk nüfusu için bir açık hava hapishanesi işlevi gören Gazze Şeridi’nden altı roket atılmasının ardından gerçekleşti. Bu roketlerden beşi İsrail’in Demir Kubbe hava savunma sistemi tarafından engellenmişti.

Çarşamba günkü ölümcül baskın, yeni hükümetin geçen yılın sonunda göreve gelmesinden bu yana Batı Şeria’da çok sayıda Filistinlinin öldürüldüğü üçüncü büyük operasyon oldu. Ocak ayı sonunda Cenin mülteci kampına düzenlenen baskında 10 Filistinli militan ve sivil öldürülürken, bu ayın başında Eriha’da düzenlenen benzer bir operasyonda da beş Filistinli savaşçı öldürüldü.

Son katliamla birlikte bu yıl içinde İsrail polisi, askerleri ve yerleşimcileri tarafından öldürülen Filistinlilerin sayısı 61’e yükselirken, tırmanan şiddet olaylarında 10 İsrailli ve bir Ukrayna vatandaşı da hayatını kaybetti. Geçen yıl Batı Şeria ve Doğu Kudüs’te 30’u çocuk olmak üzere en az 170 Filistinlinin öldürülmesiyle, 2005’ten bu yana işgal altındaki Filistin topraklarında bir yıl içinde en yüksek ölü sayısına ulaşılmıştı.

Nablus vahşeti, İsraillilere yönelik bir dizi Filistinli saldırısına yanıt olarak geçtiğimiz Mart ayında başlatılan ve Batı Şeria’da Cenin, Nablus, El Halil ve Eriha şehirlerini hedef alarak neredeyse günlük baskın ve tutuklama operasyonlarına sahne olan Dalgakıran Operasyonu’nun bir parçasıdır. Bu operasyonlar, Batı Şeria’da Aslanlar Yuvası, Nablus Tugayı ve Tubas Tugayları gibi yeni grupların bayrağı altında daha fazla direnişi körüklüyor. Devlet Başkanı Mahmud Abbas liderliğindeki El Fetih’in hakimiyetinde bulunan Filistin Yönetimi’ne (FY) karşı İsrail’e boyun eğdiği için düşmanlık artıyor.

Nitekim bir polis sözcüsü, saldırının özellikle önümüzdeki ay başlayacak Ramazan öncesinde daha fazla şiddete yol açacağını zımnen kabul ederek, daha fazla saldırı beklentisiyle Kudüs ve Batı Şeria’da fazladan personel görevlendireceklerini söyledi. Jerusalem Post, İsrail’in “operasyonun Batı Şeria, Kudüs ve iç bölgelerde intikam amaçlı terör saldırıları ya da Gazze Şeridi’nden roket atışları gibi olası etkilerine” hazırlandığını yazdı.

Bu gelişmeler, kabinenin Batı Şeria’daki dokuz yasa dışı karakolun yasallaştırılmasını ve mevcut yerleşimlerde 7.000 konutun inşasını onaylamasından birkaç gün sonra gerçekleşmiş ve Filistin Yönetimi’nin talebi üzerine Birleşik Arap Emirlikleri’nin kararı kınayan bir tasarı sunmasına yol açmıştır. İbrahim Anlaşması çerçevesinde İsrail ile ilişkilerini normalleştiren BAE, daha sonra Washington’ın ısrarı üzerine kararı yumuşatarak ABD’nin alışılagelmiş vetosu olmadan geçmesini sağladı.

BM’deki gizli pazarlıkların bir parçası da Filistin Yönetimi’nin mali yardım paketi alması, İsrail’in daha fazla yasa dışı yerleşime ya da yerleşim inşasına onay vermemesi ve Batı Şeria’da Filistin Yönetimi’nin sözde kontrolü altındaki bölgelere yönelik silahlı saldırılarını “azaltması” idi. Tüm bunlar göz boyamaydı. Sadece üç gün sonra Netanyahu bu anlaşmayı çiğneyerek baskına izin verdi.

Bu son vahşet Birleşmiş Milletler, ABD, Avrupalı güçler ve onların Ortadoğu’daki müttefikleri tarafından alışılagelmiş bir şekilde dudak bükülerek karşılandı. Bu durum, İsrail’in faşizan hükümetine, Filistin topraklarını ilhak etme ve apartheid yönetimini uygulama gündemi doğrultusunda Filistinlileri her zamankinden daha büyük bir güçle terörize etme ve bastırma konusunda açık çek verdiklerinin altını çizmektedir. Apartheid yönetimi Yahudi üstünlüğünü devletin yasal temeli haline getiren Ulus Devlet Yasası’nda somutlaştırılmıştır. Kendi vatandaşları üzerindeki diktatörce yönetimlerini meşrulaştırmanın bir aracı olarak Filistin devletini desteklediklerini uzun zamandır ilan eden Arap rejimleri, Siyonist devletin düpedüz suç ortakları olarak ifşa olmuş durumdalar.

Bu aynı zamanda “savaş suçları” ve “insanlığa karşı suçlar” gibi suçlamaların son derece fırsatçı bir şekilde kullanıldığını da göstermektedir. Biden yönetimi, Rusya’yı Ukrayna’da işlediği bu tür suçlar nedeniyle eleştirirken, bölgedeki ileri karakolunun Washington’ın Ortadoğu’daki yağmacı çıkarları doğrultusunda verdiği hizmetlerin karşılığı olarak her gün yaptıklarını görmezden geliyor. Neyin savaş suçu ya da insanlığa karşı suç olarak tanımlanacağı ve kimin Lahey mahkemesine gönderileceği -ki ABD ve İsrail kendi yetkilileri için bu otoriteyi tanımıyor- tamamen çeşitli emperyalist güçlerin jeopolitik ve ekonomik çıkarlarına bağlıdır.

Filistinli işçilerin çaresiz ekonomik ve sosyal durumuna kapitalist sistem içinde bir çözüm olmadığı gibi, ulusal bir çözüm de yoktur. Hiçbir baskı Filistin yönetiminin, İsrail hükümetinin ve onların emperyalist destekçilerinin politikalarını değiştirmeyecektir. Bu, onlarca yıldır acı bir şekilde kanıtlanmıştır.

Filistinli kitlelerin tek gerçek müttefiki uluslararası işçi sınıfıdır. Ortadoğu’nun yanı sıra Avrupa ve Kuzey Amerika’daki uluslararası protesto ve grev dalgası, İsrail’in savaş suçlarına, emperyalist militarizme ve dünya kapitalist sisteminin Büyük Buhran’dan bu yana yaşadığı en derin ekonomik krize karşı giderek artan bir öfke ve tiksinti duyan işçiler arasında büyüyen militanlığın bir parçasıdır.

Filistin topraklarının ötesinde İsrail, Lübnan, Suriye, Ürdün, Irak ve İran’a kadar uzanan bir krize gerçekten demokratik ve ilerici bir çözümün anahtarı, Arap ve Yahudi işçiler de dahil olmak üzere tüm ülkelerin işçi sınıfının birleşik seferberliğidir. Bu, dünya sosyalist devriminin bir parçası olarak Ortadoğu’da sosyalist bir federasyon için Siyonizme, emperyalizme ve Ortadoğu burjuvazisine karşı bilinçli bir mücadele biçimini almalıdır. Sosyalist Eşitlik Partileri ve Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi'nin uğruna mücadele ettiği uluslararası sosyalist perspektif budur.

Loading