Çin Devrimi’nin yetmişinci yılı

Maoculuğun iflasının siyasi derslerini çıkarmak gerek

Yetmiş yıl önce bugün, 1 Ekim 1949’da, Çin Komünist Partisi (ÇKP) iktidarı ele geçirdi ve partinin önderi Mao Zedong Tiananmen Meydanı’nda Çin Halk Cumhuriyeti’ni ilan etti.

Devlet Başkanı Şi Cinping’in başkanlık ettiği mevcut ÇKP rejimi, bu olayı bugün Pekin’de devasa bir askeri geçit töreni yaparak ve şarkılar, danslar ve havai fişekler ile sona eren savurgan kutlamalar düzenleyerek anacak. Şi, Tiananmen Meydanı’nda, Çin milliyetçiliği ile dolu olacağı kesin bir konuşma yapacak ve kendisinin ulusal gençleşme ve Çin’i yeniden büyük yapma “hayal”ini ön plana çıkaracak.

Çin Devrimi, emperyalist boyunduruğa sona veren, ülkeyi birleştiren, halkın yaşam koşullarını yükselten ve kültürel ve sosyal geri kalmışlığın büyük kısmını ortadan kaldıran muazzam bir toplumsal altüst oluştu. Ne var ki, Mao Zedong’un siyasi mirasçıları, emekçilerin 70 yıl önce uğruna büyük fedakarlıklar yapılan sosyalist gelecek hayallerinin ve özlemlerinin nasıl ve neden kapitalizm çıkmazıyla sonuçlandığını açıklayamamaktadır.

Mao, Çin Halk Cumhuriyeti’ni ilan ediyor (1949)

Çin’de geçtiğimiz otuz yılda meydana gelen şaşırtıcı düzeylerdeki ekonomik büyüme, ÇKP tarafından temsil edilen çok küçük bir milyarder oligarklar tabakası ile karın, piyasanın ve “kullanıcı ödemeleri”nin hakim olduğu bir toplumsal düzende hayatta kalma mücadelesi veren işçi ve köylü kitleleri arasında durmadan genişleyen devasa bir toplumsal uçurumla sonuçlanmıştır.

Uluslararası işçi sınıfı için, özellikle de Çin’deki işçiler için, Mao’nun ve ÇKP’nin ihanetinin siyasi derslerinin çıkarılması elzemdir. Günümüzde sosyalizm uğruna mücadele, şu soruyu mutlaka cevaplamak zorundadır: 20. yüzyılın –özellikle de Rus ve Çin– devrimleri neden kapitalist restorasyonla sonuçlandı?

Her iki örnekte de, cevap, Sovyetler Birliği’nde iktidarı işçi sınıfından gasp eden Stalinist bürokrasinin ortaya çıkışında yatmaktadır. Stalinist bürokrasi, ayrıcalıklarını, gerici ulusalcı “tek ülkede sosyalizm” perspektifi temelinde gerekçelendirmişti. Bu perspektif, Ekim 1917’de Lenin’in ve Troçki’nin önderlik ettiği Rus Devrimi’ni yol gösteren sosyalist enternasyonalizm ile taban tabana zıttı.

Stalin, Çin’de, yeni kurulmuş olan Çin Komünist Partisi’ni felaket getiren sonuçlarıyla birlikte milliyetçi Kuomintang’a (KMT) tabi kıldı. Çan Kay-şek ve KMT, 1925–27 yıllarının devrimci altüst oluşları sırasında, Nisan 1927’de ÇKP’ye saldırıya geçti ve Şanghay’ın kontrolünü ele geçirmiş olan binlerce işçiyi ve komünist katletti. Bir ay sonra, Stalin’in Çin burjuvazisinin ilerici kanadını temsil ettiğinde ısrar ettiği sözde “sol” KMT de kendi katliamına girişti. Devrimci dalga geri çekilirken, Stalin ağır zarar görmüş durumdaki ÇKP’yi bir dizi maceraya sürükledi ve bunların tamamı işçi sınıfı ve köylülük için trajik sonuçlarla başarısızlığa uğradı.

Lev Troçki ise, ÇKP’nin Kuomintang’a tabi kılınmasının tehlikeleri hakkında uyarıda bulunmuştu ve Stalin’in politikasına yönelik çözümlemesi ÇKP’nin üyeleri ile partiden atılan önderleri arasında destek kazanmıştı. Troçki’nin, Rus Devrimi’ne yol göstermiş olan sürekli devrim teorisi, Çin gibi geç kapitalist gelişmeye sahip ülkelerdeki burjuvazinin kitlelerin demokratik ve toplumsal özlemlerini karşılamaktan aciz olduğunu açıklıyordu. Bu görevler, köylü kitlelerinin desteğiyle iktidarı kendi eline geçirmeye ve sosyalist önlemler almaya zorlanacak olan işçi sınıfına düşecekti.

Fakat ÇKP kırlara çekildi ve kendisini gitgide işçi sınıfına değil ama köylü gerilla ordularına dayandırdı. Partinin perspektifi, gözden düşmüş “iki aşama teorisi”ne dayanıyordu: önce, burjuvazinin egemenliğinde bir ulusal demokratik devrim ve sonra, uzak bir gelecekte, sosyalist bir devrim. Bu ulusalcı perspektif, 22 yıl sonra gerçekleştiğinde devrime zarar vermiş ve onun biçimini bozmuştu.

1949 Çin Devrimi, işçi sınıfının ve sömürge kitlelerinin II. Dünya Savaşı’nın sona ermesini takip eden dünya çapındaki bir kabarmasının parçasıydı. Japonya’nın yenilgisinden iki yıl sonra, Mao, Stalin’in dünya genelindeki komünist partilere verdiği talimatlar doğrultusunda, Şanghay Kasabı Çan Kay-şek ile bir koalisyon hükümeti kurma peşinde koşuyordu. ÇKP, burjuvaziyi ve büyük toprak sahiplerini uzaklaştırmamak için, işçilerin yükselen mücadelelerini kasıtlı olarak engelledi ve toprak reformunun kapsamını sınırlandırdı. Çan Kay-şek ise, zamanı kentler üzerindeki hakimiyetini pekiştirmek için kullandı ve ABD emperyalizminden gelen silahlarla ve yardımla ÇKP’ye karşı askeri saldırılara girişti.

ÇKP’nin sonunda yozlaşmış ve nefret edilen KMT diktatörlüğünü devirme çağrısı yapması, ancak Ekim 1947’de gerçekleşti. Çan’ın ve rejiminin şiddetle çökme hızı, ÇKP’nin başından itibaren kentlerdeki işçileri pasif bir şekilde partinin köylü orduları tarafından “kurtarılmalarını” bekleme talimatı vermek yerine harekete geçirmesi durumunda, bunun çok daha süratli bir şekilde gerçekleştirilmiş olacağını göstermişti. ÇKP’nin bağımsız işçi sınıfı mücadelesine düşmanlığı, geçtiğimiz 70 yıllık iktidarı boyunca onun başlıca özelliği olmuştur.

Mao tarafından 1949 yılında ilan edilen Çin Halk Cumhuriyeti, sosyalist bir programa değil, onun “Yeni Demokrasi” anlayışına; yani devrimin birinci, burjuva demokratik aşamasının uygulamaya konmasına dayanıyordu. ÇKP, kapitalistlerin çoğunluğunun karlarını ve mülkiyeti korurken, sadece Çan ile birlikte Tayvan’a kaçan “bürokratik kapitalistler”in mülklerini ulusallaştırmıştı. ÇKP’nin hükümeti, bazıları önde gelen makamları elde eden burjuva partileri ile bir koalisyon üzerinde yükseliyordu.

Mao’nun kendi kendine yeten bir Çin perspektifi, bir çıkmazla son buldu. Çin’i sömürme planları 1949’da birdenbire sona eren ABD emperyalizmi, 1950–1953 Kore Savaşı’nı ÇKP rejimini zayıflatıp nihai olarak devirmenin bir aracı olarak kullanmayı amaçlamıştı. Sonuç olarak Mao, ABD’nin ekonomik ablukası ve savaş tehdidi nedeniyle, ülkenin savaş faaliyetlerini sabote eden –yerli ve yabancı– şirketleri ulusallaştırmak ve Sovyetler Birliği’ne benzer bir bürokratik ekonomik planlama başlatmak zorunda kaldı.

1955 yılında, ABD’de bulunan dönemin Troçkist partisi Sosyalist İşçi Partisi, Doğu Avrupa’nın tampon devletleri üzerine Dördüncü Enternasyonal içindeki tartışma temelinde, Çin’in deforme bir işçi devleti haline gelmiş olduğu sonucuna vardı. Bu, bir geçiş rejimiydi. Ulusallaştırılmış mülkiyet ve ekonomik planlama kurulmuştu fakat yeni devlet, işçi sınıfının herhangi bir siyasi ifade aracından ya da demokratik haklardan yoksun olması nedeniyle doğumundan itibaren deformeydi. Çin; ya gerçek sosyalizme doğru ilerleyecekti ki bu –Troçkist hareketin savunduğu gibi– Maocu bürokrasinin işçi sınıfının siyasi devrimi eliyle alaşağı edilmesini gerektiriyordu ya da kapitalizme geri dönecekti.

Maocu rejim, Marksizm karşıtı tek ülkede sosyalizm perspektifine dayanan ulusalcı programının sonucunda, 1950’lerin felaket getiren Büyük Atılım’ından Çin-Sovyet bölünmesine ve 1960’ların yıkıcı Kültür Devrimi’ne kadar bir krizden diğerine savruldu. Mao, durgun bir ekonomi ve Sovyetler Birliği ile büyüyen savaş tehlikesi karşısında, 1949 devriminden sadece 22 yıl sonra ABD emperyalizmine doğru çark etti. Her ne kadar Çin’de piyasa yanlısı politikaların ve kapitalist restorasyonun mimarı olarak her zaman Deng Şiaoping’den söz edilse de, o sadece Mao’nun 1972’de ABD Başkanı Richard Nixon ile vardığı uzlaşmanın mantığını sonuca ulaştırmıştı.

Deng’in 1978’den itibaren başlayan “reform ve açılma” uygulamaları, küreselleşmiş üretimin ABD ve diğer kapitalist güçler önderliğinde gerçekleşen hızlı gelişimi ile kesişmişti. Her şeyden önce başkaldıran işçi sınıfını bastırmayı amaçlayan 1989’daki Tiananmen Meydanı katliamının ardından, yabancı sermaye, devrimden sonra kurulmuş altyapıdan, temel sanayiden ve ucuz ama eğitimli ve disiplinli işgücünden yararlanmak için ülkeye akın etti.

Şi, bugünkü konuşmasında, kuşkusuz Çin’in başarılarıyla övünecek, Maocu devrimcilere saygı gösterisinde bulunacak ve büyük Çin’i yeniden kurma hayalini –doymak bilmez Çinli kapitalistlerin özlemlerini temsil eden bir hayal– hatırlatacak. Ne var ki, Çin’in ekonomik yükselişi, onu ABD hakimiyetindeki emperyalist dünya düzeni ile karşı karşıya getirmiş durumda. ABD, Çin’in kendi küresel egemenliğine meydan okumasını engellemek için askeri yol dahil mümkün olan her yola başvurmaya kararlı.

Şi ve ÇKP bürokrasisi, ABD’nin savaş yönelimine karşı, bir yandan uzlaşma girişiminde bulunup diğer yandan çatışma tehlikesini yalnızca yükselten bir silahlanma yarışına girmekten başka bir çözüme sahip değildir. Aynı şekilde, Maocu aygıtın işçi sınıfı içinde –özellikle Hong Kong’daki protestolarla sinyali verilen– artan huzursuzluk işaretlerine tek yanıtı, işçileri bölmek için milliyetçiliği kışkırtmaktır. Buna, artan polis devleti baskısı eşlik etmektedir.

Pekin bürokrasisi, ticaret savaşı ve Asya’daki askeri yığınak biçimde ABD saldırganlığı ile karşı karşıya olsa da, işçi sınıfından daha çok korkmaktadır. Bu yüzden ordudan çok iç güvenliğe harcama yapmaktadır.

Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi (DEUK), uluslararası işçi sınıfını, gerekli siyasi sonuçları çıkarmaya çağırır. Maoculuğun ihanetleri, sadece Çin’de değil, zararlı etkisi nedeniyle Asya ve dünya çapında birbiri ardına felaket yaratmıştır. Kapitalizmin küresel ölçekte derinleşen krizinin ortasında, savaş tehlikesinin, faşizan yönetim biçimlerinin ve durmadan gerileyen yaşam standartlarının tek çözümü, 1917 Ekim Devrimi’ne can veren ve sadece Troçkist hareketin tutarlı bir şekilde uğruna mücadele ettiği sosyalist enternasyonalizm programından geçmektedir.

Çin’de ve tüm dünyadaki işçileri sosyalist bir dünya uğruna mücadelede birleştirmek için, DEUK’u yaklaşan sınıf savaşlarının devrimci önderliği olarak inşa etmek gerekmektedir. Çin’de bu, DEUK’un, Maoculuk dahil bütün biçimleriyle Stalinizme karşı verilen mücadelenin teorik ve siyasi bütün dersleri üzerinde yükselen bir şubesinin inşa edilmesi demektir.

1 Ekim 2019

Loading