COVID-19, Avustralya’da sınıf mücadelesini yoğunlaştırıyor

Dünya Sosyalist Web Sitesi (WSWS) ve Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi (DEUK) tarafından 1 Mayıs’ta düzenlenen Uluslararası Çevrimiçi 1 Mayıs Toplantısı’nda Avustralya’daki Sosyalist Eşitlik Partisi’nin Ulusal Sekreteri Cheryl Crisp tarafından yapılan konuşma.

Cheryl Chrisp’ın konuşması

Avustralya’daki Sosyalist Eşitlik Partisi (SEP) adına, dünyanın dört bir yanındaki dinleyicilere hoş geldiniz demek istiyorum.

Geçen yılın bir benzeri bulunmuyor. COVID-19’un yayılması milyarlarca insanın hayatını dönüştürdü. 3 milyondan fazla insan öldü. Hindistan, Brezilya, ABD ve Avrupa’daki gelişmeler, pandeminin 2020’nin sona ermesinin ardından kontrol altına alınmaktan çok uzak olduğunu gösteriyor. Bu yıl hastalığın yayılmasında, öldürücülüğünde ve uluslararası işçi sınıfının yaşam koşullarının kötüleşmesinde bir hızlanma gördü. Kapitalist hükümetlerin bilinçli politikalarının sonucu olan bu durum kaçınılmaz değildi.

Avustralya ve Yeni Zelanda, hükümetlerin hastalığı yendiği ülkeler olarak övülüyor. Oysa bu doğru olmaktan çok uzak. Muhafazakâr Morrison Koalisyon hükümetinin pandemiye yaklaşımı, diğer kapitalist hükümetlerinkinden farklı değildi. Sadece işçilerin talepleri ve daha geniş bir muhalefetin gelişmesi korkusuyla kapanma ve karantina kararı aldılar.

Cheryl Crisp

Bu ülkedeki düşük vaka oranları bir gecede değişebilir. Anakarada bulunan eyalet başkentlerindeki son salgınlar bunun bir uyarısı oldu. Gerçek şu ki, hükümetin aşı programı çökmüş durumda. Nüfusun sadece yüzde 5’i ilk dozunu aldı ve tamamen aşılananlarla ilgili herhangi bir sayı açıklanmadı. Ancak egemen sınıf, virüsün yeni varyantlarının kontrolsüzce yayılmasına rağmen, hem eyalet sınırlarının hem de ulusal sınırların açık olmasını istiyor.

Bu, muazzam bir zayıflık hükümetidir. Ocak 2020’de hükümet, önceki altı aydır devam eden, Avustralya tarihinin en kötü orman yangınının halka etkisi karşısındaki canice ilgisizliği nedeniyle halkın geniş kesimlerinin nefretini kazanmış durumdayken, gelişmekte olan pandemiyle karşılaştı. Başbakan Morrison ve hükümeti, COVID-19 biçiminde büyüyen bir acil durumla başa çıkamadı.

Gerçekte, Morrison hükümetinin ilk eylemlerinden biri, federal hükümet temsilcilerinden ve çoğunluğu İşçi Partisi’nde olan tüm eyalet ve bölge yönetimlerinin liderlerinden oluşan bir Ulusal Kabine kurmak oldu. Bu kabine, 2020’de 6 ay zar zor toplanan parlamentonun yerini aldı.

Bu fiili ulusal birlik oluşumu, hem İşçi Partisi’ni hem de özellikle pandemi bahanesiyle hükümetle çalışma sözü veren sendikaları bünyesine kattı. Avustralya Sendikalar Konsey Sekreteri Sally McManus, işçi sınıfının en temel koşullarının –ceza oranı, standart çalışma saatleri ve ücret haddi– iptalini sağlamak üzere hükümetle işbirliği yaptı.

Bununla birlikte, parlamento, dört teşvik paketini geçirecek kadar toplandı ve bu da, halkın cebinden şirketlere ve büyük şirketlere 400 milyar dolardan fazla bir para transferiyle sonuçlandı. Bu, 2008-09 mali krizinde dağıtılandan 10 kat fazlaydı. SEP, bu teşvik paketlerinin, giderek derinleşen amansız bir saldırı yoluyla işçi sınıfının sömürüsünün arttırılmasıyla geri ödenmesinin gerekeceği uyarısında bulunmuştu. Bu uyarı doğrulanmıştır.

Pandemi, uluslararası ölçekte olduğu gibi burada da borsada çok hızlı bir yükselişe vesile oldu. Avustralyalı milyarderler, hem sayıca hem de servet bakımından büyüdüler. İşsizlik ve eksik istihdam işgücünün yüzde 26’sına –1930 Bunalımı’ndan bu yana görülmeyen seviyelere– ulaşırken, en zengin 10 Avustralyalının serveti 2019’a göre yüzde 44’ten fazla büyüdü ve milyarderlerin sayısı yüzde 25 arttı.

Hükümetin “İşleri Koruma” ödeneğinin Mart sonunda sona erdirilmesinin ardından, maaş bordrolu işler neredeyse yüzde 2 azalırken, toplam ücretler ilk iki haftada yüzde 3,1 düştü. Tamamen yetersiz ödeneğin kaldırılmasının ve yoksulluk sınırındaki sosyal yardım ödemelerinin kesilmesinin etkisinin yalnızca başlangıcı olan bu durum, on yıllardır devam eden bir süreci daha da yoğunlaştırmaktadır. ACTU bu hafta, saldırının son 40 yılda ücretler üzerindeki etkisini özetleyen ve kendi rolüne yönelik bir suçlama oluşturan bir rapor yayımladı.

Raporda şunlar ifade ediliyor:

“Ücret artışı … şu anda kayıt tutulmaya başlandığından beri en düşük seviyelerde.

“İşçilerin GSYİH içindeki payı 1970’ler düzeyinde kalmış olsaydı, 2019’da 200 milyar dolar daha yüksek veya çalışan her Avustralyalı için ortalama olarak fazladan 15.000 dolar ek gelir olurdu.”

Burada, diğer birçok ülkede de görüldüğü gibi, işçilerin bu koşullara karşı verdiği bir mücadele var. Bu, geçtiğimiz Kasım ayında Avustralya’nın en büyük şirketlerinden biri olan ve tesisi kapatmayı planlayan Coles süpermarket zincirinin, Smeaton Grange’deki Sidney tesisinde 350 depo işçisine karşı lokavt ilan etmesiyle kendisini açıkça göstermişti.

Bu, sendika-şirket teklifine 10 defadan fazla karşı oy veren işçilerle 14 haftalık bir mücadele başlattı. Sendika bir grev fonu örgütlemeyi reddetti ve 3 aydan uzun süren lokavt süresince işçilere toplamda yaklaşık 200’er dolar ödeme yapıldı. Sendika, diğer Coles depo işçilerini bile meselenin dışında tuttu. Birçok eyalette bulunan Coles tesislerinde çalışan işçiler, lokavt hakkında yalnızca WSWS ve SEP aracılığıyla bilgi edinebildiler.

SEP, sendikal izolasyonu kırmak ve New York’taki Hunts Point depo işçileri de dahil olmak üzere Avustralya’daki diğer işçi kesimleriyle birleşik bir mücadeleyi koordine edebilecek bağımsız taban komitelerinin kurulması için mücadele etti. Onlarsa bu işçileri işe dönmeye zorlamak için her şeyi yaptılar.

Coles’in üst düzey yöneticilerinden biri olan Matthew Swindells, oldukça açıklayıcı olan bir videoda, lokavt süresinin uzatılmasının, işçilerin hayır oyu vermesine ve SEP’in sendikanın ihanetine karşı mücadele etmesine misilleme olduğunu söylüyordu.

Swindells şunları belirtiyordu: “‘Hayır’ oyu varsa plan yok. Alternatif bir planı olan tek insanlar, bu iş anlaşmazlığına sızan aşırı sosyalistler. … Onlar büyük işletmeleri ve bankaları devralma biçiminde daha geniş bir gündem öneriyorlar. Şimdi bu gündemi zorluyorlar. Bunlar, sendikanın bir parçası bile olmayan meçhul insanlar. Aslında onlar, bildiriler dağıtan, sendika karşıtı insanlar.”

Başka bir ifadeyle, Avustralya’nın en büyük şirketlerinden birinin en üst düzey yöneticilerinden biri olan Swindells, Birleşik İşçi Sendikası’nı (UWU) sosyalist eleştiriye karşı savunuyordu. Swindells’ın ifadeleri, şirket yönetiminin UWU’yu, kendi gündemini dayatma konusunda asli bir ortak olarak gördüğünü ortaya koymaktadır.

Swindells, istemeden de olsa, işçilere karşı sendika-şirket ittifakını ifşa etmiştir. Bu gizli ittifak, her ülkede ve her işyerinde hayata geçiriliyor. Sendikalar işçi örgütleri değiller. Kendi üyelerine karşı kapitalizmin polisliğini yapıyorlar. Bu şirket bekçileri ile tam bir kopuş olmaksızın, işçiler kendi ulusal egemen sınıflarının çıkarlarına zincirlenmiş kalırlar.

İşte bu yüzden Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi, işçilerin kendi bağımsız çıkarları uğruna mücadele edebilecekleri aracı sağlamak amacıyla Taban Komitelerinin Uluslararası İşçi İttifakı’nın çağrısını yapıyor. İşçiler, işkolu, ülke ve dünya genelinde işbirliği yapabilirler. Kendi mahallelerini ve şehirlerini etkileyen krize yönelik yanıtlarını tartışıp koordine edebilirler.

Bu, mevcut felaketi yaratan kapitalist sisteme karşı uluslararası düzeyde yürütülmesi gereken bir mücadeledir. Toplumun sosyalist dönüşümü uğruna mücadele eden yalnızca DEUK’tur. Sizleri bu partiye katılmaya davet ediyorum.

Loading