Aşağıdaki konuşma, Sosyalist Eşitlik Partisi (SEP) Ulusal Sekreteri Cheryl Crisp tarafından 31 Ekim Pazar günü SEP’in (Avustralya) halka açık bir çevrimiçi toplantısında yapıldı.
Toplantıda,“küçük” partilerin kayıtlarını iptal etmeyi amaçlayan anti-demokratik seçim yasalarının, egemen seçkinlerin cinayet niteliğindeki ve iş dünyası yanlısı pandemi politikaları ve kapitalist sistemin derinleşen krizi ile arasındaki ilişki ana hatlarıyla açıklandı. Konuşmacılar, seçim önlemlerinin yükselen toplumsal muhalefetin siyasi bir ifade bulmasını önlemeye yönelik bir girişim olduğunu açıkladılar ve SEP’in bu adımları yenilgiye uğratmak için yürüttüğü kampanyayı özetlediler.
26 Ağustos’ta Avustralya parlamentosunun yeni seçim yasalarını kabul edince, partimizin ve parlamentoda temsil edilmeyen diğer 35 partinin Seçim Yasası uyarınca kayıtlı kalabilmesi için üye sayısını üç kat arttırması şartı getirilmiş oldu. Bizim de bu şartı yerine getirmeye girişip girişmeyeceğimize karar vermemiz gerekiyordu.
Bu, nihayetinde ve rastlantısal olmayan bir şekilde, New South Wales (NSW), Victoria ve Avustralya Başkent Bölgesi’ndeki kapanma koşulları altında hükümetten gelen bir talepti. Son iki yılda görülmeyen seviyelere yükselen vaka sayları, üyelerimizin kampanya yürütmesini ve bağlantılarını ziyaret etmesini hem yasa dışı hem de tehlikeli hale getiriyordu. Bu, tasarıyı kabul eden güçler veya Avustralya Seçim Komisyonu tarafından önem verilmeyen bir değerlendirmeydi.
Bununla birlikte partimiz, bu kampanyayı üstlenmeye karar verdi. Elbette seçmen üye sayımızı arttırmak ve anti-demokratik yasaların yürürlükten kaldırılması için mücadele ediyoruz ancak parlamenter demokrasiye dair hiçbir yanılsama ya da inancımız yok. Parlamenter demokrasi, sınıf egemenliğinin biçimlerinden sadece ve sadece bir tanesidir. Bu egemenliğin başka biçimleri de var ve bunlar en keskin biçimde, faşist güçlerin Trump ve yandaşları tarafından 2020 seçim sonuçlarını iptal etmek ve Amerika’da faşist bir yönetim biçimi kurmak için kışkırtıldığı ve örgütlendiği ABD’de öne çıkıyor. “Burada olmaz” diye düşünmek bir hata olur. Fakat bu sürecin sonucunu mücadele belirleyecektir.
Bu mücadelenin kendisi, Troçkist hareket ile işçi sınıfının -bu kampanyanın bir parçası olan- büyüyen mücadelelerinin kesişmesiyle bağlantılıdır. SEP’in geniş bir perspektifi var: seçmen üyelerimiz için yürütülen kampanya, işçi sınıfının bağımsız olarak harekete geçirilmesi mücadelesinin bir parçasıdır. Bu aynı zamanda, parlamenter demokrasi sınırlarından ve onu sürdüren örgütlerinden kopma mücadelesidir.
Liberal Parti ve İşçi Partisi hükümetlerinin perspektifine karşı halk ve işçi sınıfı içinde büyüyen muhalefet, bu yönetim mekanizmalarının işleyişini tehdit etmekte ve derin bir nesnel önem teşkil etmektedir.
Kararımızın doğruluğu kanıtlanmıştır; SEP, bu yasaları yenilgiye uğratma kampanyasında tek başına yer almaktadır.
Bu seçim yasalarının kabulünden sonraki iki aydan kısa bir sürede, Morrison hükümeti şimdi de oy kullanmak için seçmen kimliğinin zorunlu olmasını talep eden yasayı sunuyor. Bunun sözde gerekçesi ise seçmen sahtekârlığı. Seçmen sahtekârlığının var olduğuna dair hiçbir kanıt yok. Bu da benzer şekilde, ağırlıklı olarak işçi sınıfından insanların, yaşlıların ve yoksulların oy kullanmasını engellemeye yönelik bir girişimdir.
Avustralya, pandemiden hemen sonra parlamentosunu adeta rafa kaldıran birkaç ülkeden biriydi. Hükümet, tüm müzakereleri gizli olduğu için dikkatle incelenemeyen, seçilmemiş bir organ olan “Ulusal Kabine” aracılığıyla yönetti. “Ulusal Kabine”, Bilgi Edime Özgürlüğü başvurularına tabi değildir. Gerçekte o, İşçi Partisi’nin eyalet ve bölge yönetimlerinin egemen olduğu parlamento dışı bir yönetim biçimidir.
Parlemento, Birleşik Krallık’taki Johnson hükümeti, Brezilya’daki Bolsonaro ve ABD’deki Trump ile yakından bağlantılı olan ve Biden tarafından devam ettirilen virüsü “serbest bırakma” politikasını uygulayarak, Ulusal Kabine’nin COVID-19 “yol haritası”nı tereddütsüz onayladı.
Tüm eyaletler, değişen süreler boyunca, kapanmalar, sosyal mesafe, maskeleme, temaslı takibi ve karantina gibi halk sağlığı önlemleri yoluyla virüsü ortadan kaldırmayı başarmıştı. Bundan, birkaç hafta içinde, NSW’nin Liberal Partili yönetiminin öncülüğünde tamamen vazgeçildi ve Victoria’da Andrews’un İşçi Partili yönetimi, ardından Queensland’ın İşçi Partili yönetimi ve şimdi de Güney Avustralya yönetimi tarafından benimsenip ilerletildi.
Tüm kısıtlamaları kaldırmak, okullar da dahil her şeyi açmak gibi pervasız ve tehlikeli bir politika, şimdi virüsün Victoria’da en şiddetli şekilde yayılmasına neden oluyor ki, bu kaçınılmaz olarak tüm ülkeye yayılacaktır. Bu politikanın sonucu hem öngörülebilir hem de korkunçtur. Bu, gereksiz enfeksiyonlara, ölümlere ve Uzun COVID’li binlerce insanın acı çekmesine yol açtı ve açmaya devam edecek. Parlamentodaki hiçbir siyasi parti buna karşı çıkmıyor.
Bu politika, ister Birleşik Krallık, ister ABD veya başka bir yerde olsun, uygulandığı her yerde bir insani felaketle sonuçlanmıştır. Britanya’nın 19 Temmuz’daki sözde Özgürlük Günü’nden bu yana, 11.000’den fazla ölüm oldu. “Özgürlük Günü”nden bu yana geçen 101 gün içinde 3,4 milyon kişiye virüs bulaştı ve toplam vaka sayısı 9 milyona ulaştı. İngiltere’deki her 55 kişiden birinin (iki hafta önce her 60 kişiden birinde), COVID olduğu tahmin ediliyor. Bu, aynı politikayı benimseyen tüm ülkelerin geleceğini göstermektedir.
Bilim insanları, işçi sınıfı ve COVID-19’un ortadan kaldırılması için mücadele
Krizler tüm siyasi partileri sınar ve bu kriz de farklı değil. Bilime ve bir bütün olarak toplumun çıkarlarına dayanarak virüsün ortadan kaldırılması (eliminasyon) politikası uğruna mücadele eden tek bir siyasi parti var: Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi (DEUK) ve ona bağlı Sosyalist Eşitlik Partileri. Diğer her parti ya buna karşı çıktı ya da sürü bağışıklığının çeşitlerine uyum sağladı.
Bir hafta önce düzenlenen ve klibini izlediğimiz çevrimiçi etkinlik [24 Ekim internet semineri], çok büyük bir öneme sahip. Unutmayalım ki bu pandemi, II. Dünya Savaşı’ndan bu yana insanlığın karşı karşıya olduğu en büyük sağlıksal, sosyal ve siyasi krizdir. Neredeyse 250 milyon insan enfekte oldu ve 5 milyon kişi öldü; bunlar son derece eksik belirtilen rakamlardır.
Yine de hiçbir siyasi örgüt, hiçbir kurum, hiçbir düşünce kuruluşu veya hükümet bu virüsün ne olduğunu, nasıl geliştiğini, nasıl bulaştığını ve nasıl durdurulabileceğini açıklamak için sıradan insanlarla konuyu tartışmadı. Bunu hiçbiri yapmadı.
Uluslararası Komite ve Dünya Sosyalist Web Sitesi ise bu çevrimiçi internet seminerini düzenledi. Etkinlik, pandeminin patlak vermesinden bu yana milyonlarca insanın hayatını korumak için bir ortadan kaldırma programı uğruna mücadele eden bilim insanlarını bir araya getirdi.
Onlar, yine çocukların, otobüs şoförlerinin, öğretmenlerin, öğrencilerin ve işçilerin hayatlarını korumak için mücadele eden işçilerle aynı kürsüye çıktılar. İşçiler, doğrulanabilir, bilimsel ve gerçeğe uygun bu bilgi olmadan bu krizi sona erdirmek için etkin bir şekilde harekete geçemezler. Bu tür bilgiler medya, televizyon ve sendikalar tarafından örtbas ediliyor.
Ancak David North’un o etkinliği yönetirken gündeme getirdiği nokta, bilimin tek başına pandemiyi bitiremeyeceği idi. Bilim insanlarının bu görevi üstlenebilecek bir toplumsal güce ihtiyacı var ve bu da işçi sınıfıdır. Çevrimiçi tartışma, pandeminin sonlandırılabileceği ve sonlandırılması gerektiğini kesin olarak saptadı. Pandemiyi sonlandıracak önlemler sadece mevcut olmakla kalmıyor, aynı zamanda bunun mümkün olduğu Yeni Zelanda ve Çin’de daha aşılardan önce kanıtlanmıştı.
North, virüsün dünyaya kontrolsüzce yayılmasını sağlayan şeyin virüsün özellikleri olmadığını belirtti. Aksine virüs, gerekli tedbirleri almama yönünde kararların alındığı belirli bir sosyal ve ekonomik ortamda yayılıyordu.
Yeni Zelanda ve Avustralya’da virüsün yayılmasını durdurmak için gerekli önlemlerden vazgeçme kararı, önlemlerin etkili olmamalarından değil, etkili olmalarından dolayı alındı. Şu anda Çin’e, ortadan kaldırma stratejisine son vermesi ve Yeni Zelanda’daki Ardern hükümetinin bunu yapmasının ardından medyanın sevindiği gibi “dünyanın geri kalanına katılması” için muazzam bir baskı uygulanıyor.
Öncelik üretim ve kârdır. Dünyada virüsle yaşamanın zorunlu olduğu parolasını çürüten tek bir ülke bile varsa, o zaman o ülke bu yaklaşımı baltalıyordur. Egemen seçkinler vakaları da ölümleri de umursamıyor. Onların umursadığı şey, servet ve zenginlik birikimidir ve eğer kitlesel ölümler milyonlarca insanın ödemesi gereken bir bedelse, “öyle olsun” demektedirler.
Virüs küresel bir strateji olmadan ortadan kaldırılamaz. Bilim insanları, farklı şekillerde ve farklı deneyimleriyle bunu özetlediler. Bu, dünya nüfusundan gizlenen bir şeydir.
İşçi sınıfının gerçeğe ve bilgiye ihtiyacı var
Gerçek ve bilgi, devrimci meselelerdir. Julian Assange’ın gördüğü muamele bunu kanıtlıyor. Onun, ABD emperyalizminin, Britanya devletinin ve Avustralya hükümetinin, bedelini hayatıyla ödediğini görmekten mutluluk duyacağı affedilmez suçu, milyonlarca insana tüm bu hükümetlerin savaş suçları hakkında bilgi vermekti. Yani bu insanlığa karşı suçları işleyen hükümetler ile onu ABD’de 175 yıl müebbet hapis cezasına çarptırmayı veya suikast düzenlemeyi planlayanlar aynı hükümetlerdir.
Assange kesinlikle emperyalizm tarafından hapse atılan ilk siyasi tutuklu değil. Daha önceki siyasi tutukluların en ünlüleri, Sacco ile Vanzetti’ydi. Bu İtalya doğumlu Amerikalı anarşist işçiler, ABD’de cinayet iftirasına uğradı ve 1920’de ölüme mahkûm edildi. Bu mahkûmiyet, Avustralya ve Yeni Zelanda da dahil olmak üzere dünya çapında milyonlarca işçinin bu işçileri savunmak için seferber olmasına yol açtı.
Ancak Assange’ı savunmak için böyle bir kitle hareketi meydana gelmedi. Peki, neden? Bunun ana nedeni, kimlik politikalarının rolü ve İsveç makamları tarafından ona yöneltilen, artık tamamen itibarsız ve çürütülmüş olan cinsel saldırı iddialarının desteklenmesidir.
Özellikle sahte solcular, asılsız ve mahkeme tarafından onaylanmamış iddiaları tartışılmaz gerçekler olarak ele aldılar ve Assange’ın —asla suçlamaya dönüşmeyen iddialara— yanıt vermek için yargılanmak üzere ABD’ye iade edileceği İsveç’e dönmesini talep ettiler.
Şimdi Assange Britanya devletinin elinde olduğu için, bu örgütler onun iadesine karşı olduklarını söylüyorlar ancak hepsi, onun karalanmasını ve onu destekleyen halk kitlelerinden, özellikle de gençlerden yalıtılmasını sağlayarak onu bu ellere teslim ettiler.
Pandemi ve seçim yasaları konusunda da sahte solcuların rolü aynı oldu.
Geçtiğimiz birkaç haftaya kadar, Red Flag, Green Left Weekly, Jacobin ve benzerlerinin sayfalarını okusaydınız, pandemi, sağlık krizi ve demokratik haklara saldırı olmadığını ve kesinlikle seçim yasaları olmadığını düşünürdünüz.
Sosyalist Alternatif, COVID-19 hakkındaki gecikmiş makalelerinde onu tamamen ulusalcı bir bakış açısıyla sunuyor. Bu yazılarda ne tek bir politikacının, siyasi partinin, sendikanın veya sendika liderinin, hatta bir hükümetin adı geçiyor ne de onlar yürüttükleri politikalardan dolayı suçlanıyorlar.
Bu sadece hatalar veya eksiklikler meselesi değildir; bu bir siyasi perspektif meselesidir. Bu, egemen sınıfın ve onu temsil eden siyasi partilerin programına işçilerden gelen her türlü bağımsız muhalefeti engellemektir. Bunlar, Berejiklian ve Morrison’ın Liberal yönetimlerine alternatif olarak Victoria eyaletinin İşçi Partili Başbakanı Daniel Andrews’u destekleyen örgütlerdir. Andrews şu anda yeniden açılmaya ve tüm kısıtlamaları kaldırmaya öncülük ediyor.
Sosyalist İttifak, seçim yasalarına atıfta bulunarak, 2 Eylül’de yasaların geçmesiyle ilgili ilk ve tek makalesini yazdı. Makaleyi kısmen, en uzun süre kayıtlı sosyalist parti olarak iyi niyetli olduklarını iddia etmek, böylece de sosyalist adı üzerinde hak iddia etmek için kullandılar. Onlar ya da bu örgütlerin biri bu yasalara karşı herhangi bir kampanya yürütmedi.
Sosyalist adının kullanılmasını veto etmeyeceklerine dair bir açıklama alabilmek için SEP’in 24 Eylül’de Sosyalist İttifak’a resmi bir mektup göndermesi gerekti.
Ortadan kaldırma stratejisi için mücadele veren, demokratik hakları savunmak için mücadele veren, işçi sınıfının eğitimi için, işçiler için ve işçi sınıfının uluslararası temelde birleşmesi için mücadele eden tek örgüt olarak rolümüzü övünmek için gündeme getirmiyoruz. Durumu ortaya koyuyoruz. Bunları başka hangi örgütler yapıyor?
Kâr yerine yaşam, cehalete karşı bilim, birey yerine toplum için mücadele veren parti, işçi sınıfına yönelen ve onun sosyalist bir program doğrultusunda harekete geçirilmesi için mücadele eden partidir.
Yükselen küresel sınıf mücadelesi
Bilim insanları ile ilk olarak 22 Ağustos’ta yaptığımız internet semineri ile 24 Ekim’deki internet semineri arasında meydana gelen en önemli değişiklik, işçi sınıfı mücadelelerinin yükselişi oldu.
Birçok ülkede, özellikle de ABD’de kitlesel mücadeleler meydana geliyor. Bu mücadeleler, işçilerin sendikaların rolüne yönelik muhalefetiyle damgalanıyor.
Demokratik Parti ve egemen çevreler, sendikaların işçilerin mücadelelerini bastırmada şirketlerin polisi olarak oynadıkları vazgeçilmez rolün sona ermeye başlamasından korkuyor.
Bu, sendikaların pandemi sürecinde, işçileri güvenli olmayan işyerlerine, öğretmenleri ve çocukları güvenli olmayan okullara, sağlık emekçilerini güvenli olmayan ve korunmasız hastanelere gitmeye zorlayarak oynadıkları haince rolün sonucudur. Bu aynı zamanda, son 40 yılda ücretlerin ve koşulların sendikalar ve şirketler tarafından geriletilmesinin bir sonucudur.
İşçilerin sendikalara olan muhalefeti tamamen ilerici, haklı ve gerekli olmakla birlikte, bunun alternatif bir siyasi perspektif tarafından yönlendirilmesi ve geliştirilmesi gerekiyor. İşçi sınıfı, programı olan bir önderliğe, örgütlenmeye ve yönelime ihtiyaç duyuyor. Bu, işçileri eğitip netleştirmek ve işçilerin dizginleri kendi ellerine alması için mücadele eden sosyalist bir perspektif duyulan ihtiyaçtır.
Bu, işçilerin birbirleriyle konuşabilecekleri, uluslararası yoldaşlarıyla işbirliği yapabilecekleri ve bilgi, deneyim ve dersleri paylaşabilecekleri, sendikalardan, İşçi Partisi’nden ve Demokratik Parti’den bağımsız taban komiteleri geliştirmek demektir. Söz konusu önderlik ise, DEUK ve SEP’tir.
İşte bu yüzden, bu yasalara karşı çıkıyor ve kayıtlı kalmak için gerekli yeni seçmen üyelerini kazanmak için mücadele ediyoruz. Avustralya Seçim Komisyonu (AEC), bunun mümkün olduğunca zor olması için elinden geleni ardına koymuyor. AEC, kayıtlı partileri gerekçeli bir süre uzatma başvurusunda bulunmaya davet ettikten sonra, tamamen haklı olarak üyelerimizin ve bağlantılarımızın virüsten korunmasına dayanan bir gerekçe sunduk. Üyelerimizin kapanma sırasında kampanya yürütmesinin yasa dışılığından bahsetmiyorum bile. Komisyon, seçim yasalarına göre yeniden kayıt başvurularının 2 Aralık’a kadar yapılması gerektiğini söyleyerek bu başvuruyu tek celsede reddetti.
Yani 1 ayımız var. Çok az zamanımız var. Seçmen üye olmayan herkesi partimize üye olmaya ve tam üye olmayı ciddi olarak düşünmeye çağırıyoruz. Pandemiyi sona erdirmek için, bir bütün olarak toplumun çıkarlarına, kâr yerine hayata dayanan, savaş dürtüsüne karşı çıkan bir toplum için, yani sosyalist bir toplum için mücadeleye katılın.
