Ukrayna’da milliyetçilik ve faşizm: Tarihsel bir değerlendirme – I. Bölüm

Bu iki bölümlük dizi, Ukrayna’da Şubat 2014’te düzenlenen aşırı sağcı darbenin ardından, 9-10 Haziran 2014’te yayımlandı.

Batı medyası faşistlerin yeni Ukrayna hükümetindeki öne çıkan rolünü önemsiz gibi göstermeye çalışıyor. Rejimin bazı bakanlıkları aşırı sağcı Svoboda partisi üyelerinin elinde bulunuyor ve neo-faşist Sağ Sektör milisleri ülkenin doğusundaki direnişi şiddetle bastırmaya aktif olarak katılıyor.

Hem Svoboda hem de Sağ Sektör, Berlin ve Washington tarafından güçlü bir şekilde desteklenen Kiev’deki 22 Şubat darbesinde önemli bir rol oynadı. Bu bir tesadüf değildir. Almanya ve ABD’nin Ukraynalı faşistlerle yakın işbirliği yüzyıla uzanan uzun bir geçmişe sahiptir.

Ukrayna milliyetçiliğinin kökleri

Diğer birçok Avrupa ülkesinin aksine, Ukrayna’da hiçbir zaman güçlü bir burjuva ulusal hareket olmamıştır. Ukrayna Orta Çağ’ın sonlarından beri Polonya ile Rusya arasında bölünmüş durumdaydı. On sekizinci yüzyılın sonunda Polonya’nın parçalanmasının ardından Ukrayna, Rus İmparatorluğu’nun bir parçası haline geldi. Bugünkü Batı Ukrayna topraklarının sadece bir bölümü Habsburg İmparatorluğu’na dahil edilmişti.

Ukrayna ulusal hareketinin zayıflığı bir yandan ülkenin ekonomik geri kalmışlığından ve güçlü bir orta sınıfın bulunmayışından kaynaklanıyordu. Dikkate değer sanayileşme ancak Sovyetler Birliği döneminde gerçekleşti. Öte yandan kent nüfusunun büyük bir kısmı Ruslar, Almanlar ve Yahudilerden oluşurken, kırsal nüfus ağırlıklı olarak Ukraynalıydı.

Rusya’da Çar’ın 1917 Şubat Devrimi’yle devrilmesinin ardından burjuva güçler nihayet bir Ukrayna ulus devleti kurduklarında, karşılarında derhal devrimci bir işçi sınıfı buldular. Ekim ayında Rusya’da iktidarı ele geçiren Bolşevikler, Ukrayna’daki işçilerden güçlü bir destek gördüler. O zamandan beri Ukrayna’daki burjuva milliyetçiliği, şiddetli anti-komünizm, devrimci işçilere ve Yahudilere yönelik pogromlar ve emperyalist güçlerin desteğini kazanma girişimleri ile karakterize olmuştur.

Ocak 1918’de Ukrayna’nın bağımsızlığını ilan eden Sosyal Demokrat ağırlıklı Rada (parlamento), Almanya ile anlaşmaya varmaya çalıştı. Ancak Brest-Litovsk Antlaşması’ndan sonra Sovyet hükümeti Ukrayna’yı Almanya’ya bırakmak zorunda kaldı. Alman birlikleri ülkeye girince, ordu Rada’yı dağıttı ve toprak sahibi ve eski bir çarlık generali olan Hetman (önde gelen askeri komutan) Pavlo Skoropadskyi yönetiminde bir diktatörlük kurdu. Skoropadskyi, Kiev’i Rusya’nın dört bir yanından gelen aşırı sağcı ve antisemitik politikacılar ve subaylar için bir toplanma noktası haline getirmeye girişti. (Bkz: Anti-Semitism and the Russian Revolution: Part two)

Almanya’nın I. Dünya Savaşı’nda yenilgiye uğraması, Ukrayna’dan çekilmek zorunda kalmasına yol açtı. Rusya’da devam eden iç savaş sırasında Ukrayna kanlı çatışmalara sahne oldu. Sovyet hükümetine karşı mücadelesinde Ukrayna topraklarında Batılı güçler tarafından desteklenen General Denikin komutasındaki gönüllüler ordusu korkunç suçlar işledi ve Yahudi karşıtı pogromlar düzenledi. Sadece 1919’un ikinci yarısında tahminen 50.000 Yahudi, Beyazlar tarafından katledildi.

Milliyetçi olan pek çok Sosyal Demokrattan biri olan Simon Petliura, Kiev’de iktidarı ele geçiren bir direktörlüğün başındaydı. Sovyet hükümetine karşı savaşında Batılı güçlerden destek isteyen bu yapı, 30.000’den fazla Yahudi’nin öldürülmesinden de sorumluydu. Hem Petliura hem de daha sonra lider bir figür olarak ortaya çıkan Stepan Bandera, günümüz Ukraynalı milliyetçileri tarafından rol model olarak görülmektedir.

Lenin, Ukrayna’nın kendi kaderini tayin hakkını savundu ve bu demokratik talep, ezilen Ukraynalı işçi ve köylüleri, sonunda 1921’de iç savaşı kazanan Bolşeviklerin tarafına çekmede çok önemli bir rol oynadı. 1922 yılında Ukrayna Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti, yeni kurulan Sovyetler Birliği’nin resmen bir parçası oldu. Ancak Batı Ukrayna, Polonya’nın egemenliği altında kaldı.

Ukrayna’da emperyalizmden gerçek anlamda bağımsızlık ve ulusal kültürün geliştirilmesi ancak Sovyetler Birliği’nin ilk yıllarında mümkün olmuştur. Bu ilerlemeler, Lenin ve Troçki’nin Sovyet konfederasyonu içindeki uluslara kapsamlı bir kendi kaderini tayin hakkı tanıyan milliyetler politikasından kaynaklandı. Çarlık imparatorluğunda yaygın olan milliyetler üzerindeki baskı, Bolşevikler tarafından kesin bir şekilde reddedildi.

Ukraynalı kitlelerin kültürel hayatı ve maddi yaşam standartları 1920’lerde çarpıcı bir gelişme gösterdi. Ülke genelinde eğitim kurumları ve üniversiteler kurulduğu için okuma yazma bilmeyenlerin oranı keskin bir düşüş gösterdi. Ukrayna dili ve kültürü yaygın bir şekilde desteklendi ve bu da entelektüel yaşamı büyük ölçüde canlandırdı. Lev Troçki’nin 1939’da yazdığı gibi, bu politika sayesinde Sovyet Ukrayna’sı, Polonya’nın kölesi olmaya devam eden Batı Ukrayna’nın işçileri, köylüleri ve devrimci entelijansiyası için son derece çekici hale geldi.

Ne var ki, Stalinist bürokrasinin yükselişi bu milliyetler politikasının sonunu getirdi. Lenin, Stalin’e Gürcistan ve Ukrayna sorunlarıyla ilgili merkeziyetçi ve bürokratik eğilimleri nedeniyle ateş püskürmüştü. Ancak Lenin’in ölümünden sonra Stalin, Rus olmayan milliyetlere yönelik saldırılarında giderek daha acımasız hale geldi.

Troçki 1939’da “Bürokrasi Büyük Rusya’da da halkı boğdu ve yağmaladı,” diye yazmış ve şöyle devam etmişti: “Ancak Ukrayna’da ulusal umutların katledilmesiyle işler daha da karmaşık hale geldi. Kısıtlamalar, tasfiyeler, baskılar ve genel olarak bürokratik holiganlığın tüm biçimleri, Ukraynalı kitlelerin daha fazla özgürlük ve bağımsızlık için güçlü ve köklü özlemlerine karşı mücadelede, hiçbir yerde Ukrayna’da olduğu kadar ölümcül bir hal almadı.” [1]

Ukraynalı köylüler, 1920’lerin sonu ve 1930’ların başlarındaki zorunlu kolektifleştirmeden özellikle ağır etkilendiler. Yaklaşık 3,3 milyon insan bu politikanın kurbanı oldu.

Vadim Rogovin, Stalin’in Savaş Komünizmi adlı kitabında, Stalinist bürokrasinin milliyetçi politikalarının yıkıcı sonuçları, “Petliura’nın destekçilerinin halefleri ve Bandera’nın adamlarının selefleri olan fanatik anti-komünistler tarafından önderlik edilen milliyetçi yeraltı gruplarını” güçlendirdi, diye yazar. [2]

Stalin’in ölümcül baskı politikaları, bölünmüş Ukrayna’nın batı bölgelerinde ajitasyon yapan ve 1941’de Sovyetler Birliği’ni istila ettiğinde Hitler ile işbirliği yapan Ukraynalı milliyetçilerin ve faşistlerin ekmeğine yağ sürmüştü. Ne var ki, Stalinizmin suçlarına rağmen Ukraynalıların büyük çoğunluğu Sovyetler Birliği’ni savunmak için Kızıl Ordu’da savaştı.

Ukraynalı faşistlerin II. Dünya Savaşı’ndaki suçları

Nazilerle işbirliği yapan en önemli örgütlerden biri, Ukraynalı Milliyetçiler Örgütü (OUN) idi. Bu örgütün üyeleri çoğunlukla Bolşeviklere karşı Petliura’nın yanında savaşmış İç Savaş gazilerinden oluşuyordu.

1930’lar boyunca OUN Ukrayna, Polonya, Romanya ve Çekoslovakya’da çok sayıda terör saldırısı düzenlemişti. Örgütün ideolojik lideri Dmitro Dontsov (1883-1973), aralarında Mussolini’nin Dottrina del Fascismo’sunun (Faşizm Doktrini) ve Adolf Hitler’in Kavgam’ından alıntıların Ukraynaca çevirilerinin de bulunduğu gazetecilik faaliyetleriyle Ukrayna aşırı sağının önde gelen ideologlarından biri haline geldi.

Dontsov daha önce “ahlaksızlık” tezini geliştirmişti. Tarihçi Frank Golczewski’ye göre bu tez, “siyasi hedefleri ne olursa olsun, Büyük Rusya’nın her düşmanıyla işbirliği yapma” zorunluluğunu öne sürüyordu. Bu tez, “daha sonra Almanlarla yapılan işbirliği için ideolojik bir gerekçe yarattı” ve Ukraynalı milliyetçileri Soğuk Savaş sırasında ABD’nin arkasında hizaya dizdi. [3]

1940 yılında OUN, birbirleriyle sert bir şekilde mücadele eden Bandera (B) ve Melnik (M) hiziplerine bölündü. Bandera’nın daha aşırı grubu Melnik’inkinden daha fazla taraftar toplamayı başardı. OUN-B, Polonya’da Alman işgali altındaki topraklarda Ukraynalı milis güçleri (Roland ve Bülbül Lejyonları) kurarak işe başladı ve Wehrmacht (Alman ordusu) ile birlikte Haziran 1941’de Sovyetler Birliği’ni istila etti.

Kızıl Ordu’nun Almanlar tarafından fethedilen bölgelerden çekilmesinden sonra, lejyonlar ve özel milisler Yahudilere yönelik sayısız katliamda yardımcı birlikler olarak görev aldılar. OUN-B’nin 29 Haziran 1941’de Lviv’e girmesinin ardından, Bandera milisleri (Bülbül Lejyonu) Yahudilere karşı birkaç gün süren ölümcül pogromlar başlattı. Ukraynalı milisler Ternopil, Stanislau (bugün İvano-Fankisk) ve başka yerlerdeki Yahudileri katletmeye devam etti. Wehrmacht’ın ilerleyişinin ilk birkaç gününe ilişkin belgesel kanıtlar, Batı Ukrayna’da 13.000 ila 35.000 Yahudi’nin öldürüldüğü yaklaşık 140 pogrom gerçekleştirildiğini ortaya koymaktadır. [4]

30 Haziran 1941’de Bandera ve OUN-B Başkan Yardımcısı Yaroslav Stetsko, Lviv’de Ukrayna’nın bağımsızlığını ilan etti. OUN-B hükümetinin propaganda direktörü olan Stepan Lenkavski, açıkça Ukrayna Yahudilerinin fiziksel olarak imha edilmesini savundu.

Naziler, Ukraynalı işbirlikçilerini, SS birlikleri için bile fazla rahatsız edici olan cinayetler işlemeleri ve vahşet eylemleri gerçekleştirmeleri için kullandılar. Örneğin, Ukrayna’daki SS görev gücü 4a, “Ukraynalı yardımcılarına [çocukları] vurmalarını emrederken, kendileri yetişkinleri vurmakla” yetinmiştir. [5]

Sovyetler Birliği’ndeki Ukraynalı ve diğer işbirlikçilerin nasıl idare edileceği Nazi önderliği arasında tartışmalı bir konuydu. Holokost’tan sorumlu başlıca Nazilerden biri olan Alfred Rosenberg yerel faşist güçlerin daha fazla katılımını teşvik ederken, Hitler milliyetçilerin sözde bağımsızlık projelerine karşı çıkıyordu. Sonunda Hitler’in emriyle OUN-B liderleri tutuklanırken Ukrayna lejyonları silahsızlandırıldı ve yerleri değiştirildi.

Ukraynalı milisler 1942’den itibaren Belarus’taki “partizan karşıtı harekâtta”, “güvenlik hizmetinde” ve toplama kamplarında silahlı görevli olarak Üçüncü Reich’a hizmet ettiler. Bandera ve Stetsko ise Eylül 1944’e kadar Sachsenhausen toplama kampında gözaltında tutuldu.

Hitler’in orduları Stalingrad’daki yenilgilerinin ardından geri çekilmeye başlayınca, OUN lejyonlarının üyeleri Ukrayna’ya döndü ve 1943’te Ukrayna İsyan Ordusu’nu (UPA) kurdu. Bandera, Alman yetkililer tarafından serbest bırakılmasının hemen ardından UPA’ya liderlik etmek üzere Ukrayna’ya geri döndü.

UPA, Alman silahlarıyla donatıldı ve etnik açıdan saf bir Ukrayna devleti için gerekli koşulları yaratmak amacıyla kapsamlı bir etnik temizlik programı uygulamaya çalıştı. UPA, 1943 ve 1944 yıllarında 90.000 Polonyalının ve binlerce Yahudi’nin hayatına mal olan katliamlar düzenledi. Ayrıca Sovyetler Birliği’ne katılmak isteyen Ukraynalı köylülere ve işçilere karşı işkenceler ve idamlarla acımasızca terör estirdi. UPA, 1953 yılında ayaklanma tamamen bastırılana kadar 20.000 Ukraynalıyı daha öldürecekti.

Devam edecek…

Dipnotlar

[1] Lev Troçki, “Problem of the Ukraine,” Trotsky Internet Archive. 

[2] Vadim Rogovin: Stalins Kriegskommunismus, Essen 2006, s. 377.

[3] Frank Golczewski: Die ukrainische Emigration, (Hrsg.): Geschichte der Ukraine, Göttingen 1993, s. 236.

[4] Per Anders Rudling: “The Return of the Ukrainian Far Right. The Case of VO Svoboda”, Ruth Wodak, John E. Richardson (ed.): Analyzing Fascist Discourse: European Fascism in Talk and Text içinde, Londra 2013, s. 228-255. Makaleye şuradan erişilebilir.

[5] Akt. Christopher Simpson: Blowback. America’s Recruitment of Nazis and Its Effects on the Cold War, Londra 1988, s. 25.

Loading