IMF raporu mali sermayenin diktatörlüğünü ortaya koyuyor

Dünyanın dört bir yanındaki hükümetler, mali sermayenin, devlet borçlarının alınıp satıldığı tahvil piyasaları aracılığıyla iletilen emirlerine itaat etmek ve hayati sosyal hizmet harcamalarında derin kesintiler yapma yoluyla işçi sınıfına yönelik bir saldırı düzenlemek zorundalar.

Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) bu hafta Washington’daki altı aylık toplantısında yayımlanan Mali İzleme Raporu’nda verilen mesaj budur.

Elbette emir bu kadar açık bir dille ifade edilmedi. Bu tür raporların karakteristik üslubuyla yazılmış ve temel sınıfsal içeriğini gizlemeye çalışmış. Ancak yine de, finans basını tarafından da fark edildiği üzere mesaj açıktı.

Financial Times, raporu şu şekilde özetledi: “IMF, hükümetlerin mali durumlarını düzgün tutmaya daha fazla ağırlık vermeleri gerektiği, aksi takdirde borçlarını satın alan tahvil piyasası yatırımcılarının güvenini sarsma riskiyle karşı karşıya kalacakları uyarısında bulundu.”

Gazete, kararın, COVID-19 pandemisinin yarattığı ekonomik yıkıma karşı hükümetlerin daha fazla harcama yapmaya çağırıldığı IMF’nin önceki tavrının tersine çevrilmesi anlamına geldiğini kaydetti. Bu değişiklik, ABD Merkez Bankası (Fed) ve diğer merkez bankaları tarafından dayatılan yüksek faiz rejiminin bir sonucudur.

IMF’nin maliye politikası başkanı Vitor Gaspar tarafından kaleme alınan raporun önsözünde de belirtildiği gibi bu bir “uyarı” olmaktan çok bir emirdi.

Uluslararası Para Fonu Mali İşler Departmanı Direktörü Vitor Gaspar, 12 Ekim 2022 Çarşamba günü Washington’da düzenlenen basın toplantısında konuşuyor. [AP Photo/Patrick Semansky]

Gaspar “Yüksek enflasyon, yüksek borç, yükselen faiz oranları ve artan belirsizlik ortamında para ve maliye politikası arasındaki tutarlılık son derece önemlidir. Çoğu ülkede bu, bütçeyi sıkılaştırma yolunda devam etmek anlamına geliyor,” dedi.

Başka bir ifadeyle, merkez bankaları enflasyon karşısında işçi sınıfının büyüyen ücret artışı hareketini ezmek için ekonomik daralma ve hatta durgunluk yaratmayı amaçlayarak faiz oranlarını yükselttiğinde hükümetler bir teşvik sunamaz. Bu sınıf savaşında, kapitalist devletin iki kolu birleşik bir strateji izlemelidir.

Eğer yoldan saparlarsa, Gaspar’ın da açıkça belirttiği gibi bunun büyük sonuçları olur.

Gaspar “Enflasyon yükselirken ve finansman koşulları sıkılaşırken, politika yapıcılar makroekonomik ve mali istikrara her şeyden çok öncelik vermelidir,” diye yazıyor.

“Tahvil piyasalarındaki son gelişmeler, kötüleşen (veya kötü) temellere karşı piyasa duyarlılığının arttığını gösterdiği için bu özellikle önemlidir. Bu da dünya genelinde daha yıkıcı mali krizler yaşanması ihtimalini artırıyor.”

Gaspar kesin bir ifade kullanmasa da, Truss’ın Muhafazakâr hükümetinin 23 Eylül’de açıkladığı ve şirketler ile süper zenginler için 45 milyar sterlin vergi indirimi vaat eden mini bütçesinin sonucunda Britanya’da yaşanan mali krize atıfta bulunuyordu.

Sterlin, ABD doları karşısında rekor derecede düşük seviyelere inerek bir noktada neredeyse eşit düzeye geldi ve gilts olarak adlandırılan uzun vadeli hazine tahvillerinin fiyatı düşerek getirilerini hızla attırdı (İkisi zıt yönde hareket eder.) Hiçbir şekilde çözülmeyen kriz, emeklilik fonlarını iflasa sürükleme tehlikesi yarattı.

Mali piyasaların sert tepkisi, şirketlere ve zenginlere daha fazla para yağdırılmasına itiraz ettikleri için değil, vergi indirimlerinin finanse edilmemiş olmasından kaynaklanıyordu. Yani vergi indirimleri, işçi sınıfını daha da yoksullaştırmayı amaçlayan hükümet harcamalarındaki kapsamlı kesintilerle finanse edilmemişlerdi.

Kriz, Gaspar’ın tahvil piyasası “hassasiyeti” hakkındaki sözlerinde de ima edildiği gibi, mali sermayenin Birleşik Krallık hükümetine ve dünyanın dört bir yanındaki hükümetlere şu talimatını ifade ediyordu: işçi sınıfına yönelik saldırılara devam edin, aksi takdirde mali kargaşa ortaya çıkar.

Mesaj alındı ve anlaşıldı. Britanya’daki Truss hükümeti, zaten iliklerine kadar kesilmiş olan hayati hizmetlere yönelik ek harcama kesintilerinin listesini hazırladı.

İster Maliye Bakanı Kwasi Kwarteng’in görevden alınmasının ardından Truss’un yenilgiyi kabul etmesiyle ya da başka bir parti içi darbeyle görevden alınacağı yeniden düzenlenmiş bir Muhafazakâr hükümet, ister Keir Starmer başkanlığındaki bir İşçi Partisi hükümeti olsun, bu saldırılar, iktidara gelecek her hükümet tarafından sürdürülecektir.

İşçi Partisi hükümetinin 25 Ekim’de açıklayacağı bütçeyi hazırladığı Avustralya’da Hazine Bakanı Jim Chalmers sürekli olarak kötüleşen küresel ekonomik ve mali durumdan ve Britanya deneyiminden çıkarılacak derslerden bahsetti. Chalmers, hükümet harcamalarının sözde uçup gittiği üç temel alandan bahsetti: sağlık hizmetleri, yaşlı bakımı ve sakatlık sigortası.

Hem Birleşik Krallık hem de Avustralya örneğinde, diğer hükümetlerde olduğu gibi, III. Dünya Savaşı yönelimi doğrultusunda askeri harcamalar arttırılacaktır.

IMF raporu, pandemi nedeniyle sınırlı ölçüde uygulamaya konan iş desteği önlemlerinin, ekonomik daralma ve durgunluk sonucu sürdürülemeyeceğini açıkça ortaya koydu.

Raporda “Devlet güvencileri ve iş destek programları, kontrol edilmediği takdirde ekonomik büyümeyi engelleyebilecek piyasa çarpıklıklarına yol açmaktadır,” denildi.

Gaspar önsözünde daha da açık konuştu.

“Değişen bir manzara karşısında,” diye yazdı Gaspar, “politika yapıcılar beklenmedik durumlara yanıt verebilmek için çevik olmalıdır. Uzun vadeli taahhütler kesinlik iddiasından öteye gitmez ve kısa sürede karşılanamaz hale gelebilir.”

“Çevik” olmak, hükümetlerin mali piyasaların emirlerine anında yanıt vermeye ve zaruri sosyal altyapının bir parçası olarak kabul edilen temel hizmetlere balta vurmaya hazır olması gerektiği anlamına gelmektedir. Yeni ekonomik ve mali ortamda bu tür “uzun vadeli taahhütler” geçmişte kalmıştır.

Hükümetlerin görevi mali efendilerinin taleplerini karşılamak olmakla beraber, bu aynı zamanda sınıf mücadelesinin bastırılmasını sağlamayı da içerir. Çünkü işçi sınıfının bağımsız hareketinin yarattığı tehlikeden daha büyük bir tehlike yoktur.

Raporun özetinin ilk paragrafında bu konuya işaret edilerek “hane halklarının yüksek gıda ve enerji fiyatlarıyla mücadele ettiği ve bunun da toplumsal huzursuzluk riskini arttırdığı” belirtiliyor.

Rapor daha sonra bu durumun nasıl ele alınması gerektiğini açıklıyor. Hükümetler enflasyondan Rusya’yı sorumlu tutmaya çalışsa da, örneğin Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı’nın son raporunda yer alan analizler, enflasyondaki başlıca faktörlerden birinin hedge fonlar tarafından emtialarda yapılan spekülasyonlar ve büyük şirketlerin kâr hırsı olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Ancak bu şirketlerin kılına bile dokunulmamalıdır.

IMF raporunda, “Uzun vadeli arz şokları ve geniş tabanlı enflasyonla karşı karşıya kalındığında, fiyat kontrolü, sübvansiyonlar veya vergi indirimleri yoluyla fiyat artışlarını sınırlama girişimleri bütçe için maliyetli ve sonuçta etkisiz olacaktır,” deniliyor.

Rapora göre hükümetler “fiyatların ayarlanmasına izin vermeli ve en kırılgan kesimlere geçici nakit transferleri sağlamalıdır.”

Başka bir ifadeyle, COVID-19’a ilişkin politika nasıl “bırakınız yapsınlar” şeklindeyse, aynı doktrin enflasyona da uygulanmalıdır. Diğerlerinin yanı sıra gıda ve enerji devlerinin süper kârlar elde etmeye devam etmelerine izin verilmeli, bu arada sosyal bir patlamayı önlemek için tamamen yetersiz ve geçici miktarlarda nakit para dağıtılmalıdır.

İşçi sınıfı şu anda ortaya çıkmakta olan mücadelelere katılırken, işin ekonomi politiğini irdelemek gerekiyor.

Finans dünyasında olay, sanki paradan basitçe daha fazla para yaratılıyor gibi görünüyor. Oysa bu alanda biriktirilen muazzam kârlar nihayetinde işçi sınıfından çıkarılmaktadır. Mali sermaye bağımsız bir zenginlik kaynağı değildir. Hayali bir sermayedir, yani kapitalist üretim altında işçi sınıfından çıkarılan ve sermayenin el koyduğu artık değerin toplam kütlesi üzerinde bir hak iddiasıdır.

Mali sermayenin iki temel çıkarı vardır: 1) ücretleri aşağı çekerek ve sömürüyü arttırarak artık değer akışını arttırmak ve 2) son tahlilde el konulabilecek artık değer havuzundan bir kesinti olan sosyal harcamaları azaltmak. Şu anda bu iki süreç de işlemektedir.

İlki pandeminin başlamasıyla görünür hale gelmiştir. Egemen mali çevrelerin korkusu, virüsü ortadan kaldırmaya yönelik anlamlı halk sağlığı önlemlerinin, dayandıkları artık değer akışını olumsuz etkileyeceğiydi.

“Açılma” ve “bırakınız yapsınlar” gündeminin temeli buydu. Mali sermayenin kasasına artık değer akışını durduracak hiçbir şeye –kesinlikle ölüm ve hastalıkları önleyecek tedbirlerin alınmasına– izin verilmemeliydi.

Merkez bankaları işçi sınıfının ücret mücadelelerini ezmeye çalıştıkça sömürüyü arttırmaya yönelik bu dürtü daha da yoğunlaşmıştır. Bu mücadeleler, kapitalist hükümetlerin mümkün olduğu halde virüsü ortadan kaldırmak için harekete geçmeyi reddetmelerinden kaynaklanan enflasyon tarafından tetiklenmiştir.

Şimdi, pandemi süresince merkez bankaları tarafından mali sisteme trilyonlarca dolar enjekte edilmesiyle yaratılan hayali sermaye kitlesini sürdürmek için, yalnızca ücretlerin daha da bastırılması değil, aynı zamanda sosyal harcamalara karşı topyekûn bir saldırıya girişilmesi gerekiyor.

Finans alanında, egemen sınıf ve onun sözcüleri bir yanılsamalar ağı örüyor. Siyasette de durum böyledir. Büyük yanılsama, işçi sınıfının, halk kitlelerinin, seçimler ve parlamenter demokrasi aracılığıyla toplumun işleyişi üzerinde kontrol sahibi olduğudur.

Ancak her krizin önemi, birçok kez belirtildiği gibi, gerçek toplumsal ve siyasi ilişkileri açığa çıkarmasında yatar. Tahvil piyasası ve mali kriz, IMF’nin raporunda da belirtildiği gibi, gerçek gücün nerede olduğunu ortaya çıkarmıştır. Parlamenter demokrasi, mali sermayenin diktatörlüğü için bir paravandır.

Bu dersler işçi sınıfının siyasi mücadelesinin temeli haline gelmelidir. İşçi sınıfı, iktidarı alma göreviyle karşı karşıyadır.

Bu, mali sermayenin giriştiği sınıf savaşına acil bir yanıt olarak, işçilerin, kendilerini bastırmak için harekete geçen sendikalardan bağımsız taban komiteleri kurmasını gerektirmektedir. Bu komitelerin kurulması, kapitalist kâr ve finans diktatörlüğüne son verecek ve ekonomiyi sosyalist temeller üzerinde yeniden örgütleyecek bir işçi hükümetinin kurulması yolunda hayati bir adımdır. Bu da işçi sınıfı içinde bu mücadeleye önderlik edecek devrimci bir partinin inşasını gerektirmektedir.

15 Ekim 2022

Loading