Perspektif

İstanbul’da beklenen deprem felaketi ve sosyalist perspektif

TVNET kanalındaki “Sert Sorular” programına konuk olan ünlü jeolog Prof. Dr. Naci Görür, Marmara Denizi’nde beklenen, başta İstanbul olmak üzere birçok kenti etkileyecek depreme dikkat çekerek yetkilileri acil önlem almaları konusunda tekrar uyardı.

Arama kurtarma görevlileri, çöken binanın enkazında sağ kalanları arıyor. 31 Ekim 2020 Cumartesi, İzmir, Türkiye. (AP Photo/Emrah Gurel)

Görür’ün açıklamaları sadece 2002’den beri iktidarda olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümetine değil, çeşitli belediyeleri yöneten burjuva muhalefet için de bir suçlama niteliğindedir.

Görür, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) yönetiminde olan İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin (İBB) 2023 yılı genel bütçesinde deprem ile ilgili harcamalarını üçte iki oranında azalttığı iddiası ile ilgili olarak ne düşündüğü sorusuna verdiği yanıtta, depreme karşı yeterli bütçe ayrılmamasını kınadığını belirtti.

Yaklaşan büyük bir depremin milyonlarca insanı feci şekilde etkilemesi beklenen şehirde, AKP'li yetkililer 2023 bütçesinde deprem için 1,8 milyar lira bütçe ayrıldığını iddia ederken, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu yaptığı açıklamada “2023 yılı bütçesinde depreme 4 milyar 929 milyon lira ayırdık. Bunun 2 milyar 230 milyon lirasını kentsel dönüşüme harcayacağız,” diye konuştu.

İnsanların can güvenliğini tehdit eden böyle bir tehlike karşısında önlem almak için yavaş davranmanın bile doğru olmadığının altını çizen Görür, hükümetten yerel yönetimlere kadar tüm yönetim kademelerinin birinci sorununun deprem olması gerektiğini ifade etti.

Deprem konusunda Türkiye’nin en saygın bilim insanlarından biri olan Görür, 2020’de İBB’nin hazırladığı bir raporda, yaklaşık 16 milyon insanın yaşadığı İstanbul’da olası bir büyük depremde sadece 14 bin ölüm meydana geleceği tahminine sert biçimde karşı çıkmıştı.

Bunun doğru olmadığını açıkça söyleyen Görür, İstanbul’daki milyonlarca emekçinin karşı karşıya olduğu tehlikeli durumu şöyle açıklamıştı: “Basit bir hesap: 1 milyon 600 bin bina var. İstanbul’da bütün ölümlü vakaları gel yüzde 1’e indirelim. Yüzde 99’unda insanların burnu kanamasın. 16 bin bina yapar. Her bina 4 katlı olsun, 64 bin kat demektir. Her kata iki daire koy 128 bin daire… Her daireye 4 kişi koy, 400 binleri geçiyor mu?”

Geçtiğimiz yıl, Doç. Dr. Doğan Kalafat, istatistiklere göre “Marmara’da 2030 yılına kadar 7 büyüklüğünde bir depremin olma olasılığı yüzde 64,” demişti. Bu olasılık her yıl artarak devam ederken, böyle bir depremin başta İstanbul olmak üzere Bursa, Balıkesir, Tekirdağ, Kocaeli ve Yalova gibi illerde ciddi olarak hissedilmesi ve yıkıcı etkilerinin olması bekleniyor.

Söz konusu bölgede geçmişte yaklaşık 250 yıllık periyotlarla böyle büyük depremler meydana geldiği biliniyor. Tarihi kayıtlara göre Marmara Denizi’nde son şiddetli deprem yaklaşık 250 yıl önce, 1766 tarihinde yaşanmış ve çeşitli yerleşim alanlarını yerle bir etmişti.

2019 yerel seçimlerinde CHP’li Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul’da seçimi kazanmasının ardından, İBB’ye bağlı olan İstanbul Planlama Ajansı (İPA) tarafından 2-3 Aralık 2019 tarihinde İstanbul Deprem Çalıştayı düzenlendi.  Çalıştayın “İstanbul’un Ana Gündemi: Deprem” başlıklı raporu, İstanbul’un olası deprem karşısındaki risklerini ortaya koymuştu. İPA raporuna göre 7,5 büyüklüğünde bir depremde hafif, orta ve yüksek hasar görecek bina sayısının 500 bine ulaşacağı tahmin edilirken, bu binaların 48 bininin ağır hasarlı olması bekleniyordu.

İBB’nin o dönemde Genel Sekreteri olan Mehmet Çakılcıoğlu, çalıştayın kapanış konuşmasında “20 yıldır fay hatlarını konuştuğumuz kadar binaları nasıl dönüştürebileceğimizi konuşsaydık, bugün çok farklı noktalarda olurduk,” demişti.

Rapor “Deprem karşısında vatandaşların can ve mal güvenliğini sağlamak adına kaybedilmiş yılların ardından, an itibarı ile yapılması gerekenin; akıl ve bilimin önderliğinde, tüm paydaşların el birliği ile eş güdüm içerisinde hareket ederek, İstanbul’u daha dayanıklı, yaşanabilir ve sürdürülebilir bir kent haline getirmek için çalışması gerektiği hususudur,” diye belirtiyordu.

Rapor ayrıca şu uyarıda bulunmuştu: “Aksi takdirde, yıkıcı bir deprem karşısında risk azaltma önlemlerinin alınmasında geç kalınmış olunacak ve telafisi mümkün olmayan kayıplarla baş etmek zorunda kalınacaktır. Harekete geçilmediği takdirde, İstanbul’un depremi, Türkiye’nin afeti olabilir.”

Çalıştayın açılış konuşmalarından birisini yapan İmamoğlu “İstanbul’da öncelik verilmesi gereken en önemli konu deprem ve depremin etkileyeceği can ve mal güvenliğidir. Amacımız, İstanbul başta olmak üzere tüm Türkiye’de, farkındalığı artırmak ve deprem öncelikli olmak üzere kenti tüm afetlere karşı hazırlıklı hale getirmektir,” demişti.

İBB’nin kendisinin yürüttüğü ve yayımladığı bilimsel çalışmaların sonuçlarını görmezden gelerek depreme hazırlık bütçesini düşürmesi, tıpkı Erdoğan hükümetinin ve AKP’li belediye yönetimlerinin yıllardır yaptığı gibi, olası bir depremde meydana gelecek kitlesel ölümlere göz yumulması anlamına gelmektedir.

İmamoğlu, 2019 yılında CHP ve aşırı sağcı müttefiki İYİ Parti’nin “Millet İttifakı”nın adayı olmakla birlikte, Halkların Demokratik Partisi (HDP) ve sahte solun da desteğini alarak, on yıllardır İstanbul’u yöneten AKP adayını yenilgiye uğratmıştı.

Kampanyası sırasında, AKP yönetiminin İstanbul’da deprem konusunda hiçbir hazırlık yapmadığını eleştiren İmamoğlu’nun seçim vaatleri arasında 5 yılda 100 bin konut yapmak ve kenti depreme hazırlamak vardı. Dördüncü yılına giren İmamoğlu yönetimindeki İBB, kentsel dönüşüm ve depreme hazırlık konusunda seleflerini aratmayan bir kayıtsızlık içinde bulunuyor. Bu, özünde, egemen sınıfın emekçi kitlelerin yaşamına ve sağlığına yönelik acımasız kayıtsızlığının bir ifadesidir.

Depreme karşı çare olarak gösterilen “kentsel dönüşüm” yıllardır, özellikle İstanbul’da, işçi sınıfı sakinlerini kent merkezinden çıkarıp oralara hali vakti yerinde olanlar için lüks rezidanslar inşa etmenin bir aracı olmuştur. Egemen sınıfın yıllardır dayattığı “kentsel dönüşüm”ün gerçek amacının, insanları depremlere karşı korumak değil, inşaat firmalarına büyük kârlar sağlamak ve toplumun üst tabakalarını zenginleştirmek olduğu bugün apaçık ortadadır.

Kentin merkez ilçelerindeki görece zengin mahallelerde bu dönüşümün izleri görülürken, inşaat firmaları tarafından talep görmeyen işçi mahallerinin büyük bir bölümünü oluşturan bu eski yapı stoku depremde milyonlarca insanın başına yıkılmayı bekliyor.

İstanbul’da yüz binlerce konutun boş duruyor olması ve yüz binlerce güvenli konutun hızla inşa edilmesi için gerekli teknoloji ve işgücünün mevcut olması bu durumu daha da açık bir siyasi suç haline getiriyor. Bu tür çözümler burjuvazinin kâr ve özel mülkiyet engeline takıldığı için, egemen sınıfın siyasi temsilcileri tarafından hayata geçirilmiyor.

Milyonlarca işçinin karşı karşıya olduğu bu büyük yıkım ve ölüm tehlikesinin ana sorumlusu kuşkusuz Erdoğan hükümeti olsa da, burjuva muhalefet partileri ve onları destekleyen sahte sol eğilimler de depreme karşı hiçbir önlem almamaları nedeniyle bu önlenebilir felaketlerin suç ortağı konumundalar.

Kâra ve özel mülkiyete dayanan kapitalist sistem ile insanların temel ihtiyaçları arasındaki uzlaşmazlık, dünya çapında COVID-19 pandemisi karşısında izlenen “hayatlardan önce kâr” biçimindeki yıkıcı politikada açıkça görülmüştür.

Dünyada İstanbul gibi doğal afet tehdidi altında olan birçok kenti bilimsel planlama ve en yüksek düzeyde sağlamlık ve yaşanabilirlik kalitesinde yeniden inşa etmek ve tüm insanlara en temel haklarından biri olan güvenli konut hakkını sağlamak için, devasa bir bayındırlık planının hızla hayata geçirilmesi zorunludur. Bu çözümün hayata geçmesi, işçi iktidarı uğruna bilinçli mücadeleyi gerektirmektedir. Bu, ekonominin küresel düzeyde tüm insanların ihtiyaçları doğrultusunda planlanmasına dayanan uluslararası sosyalizm uğruna mücadele demektir.

Loading