Perspektif

Türkiye derinleşen siyasi ve toplumsal krizin ortasında seçime gidiyor

Cumhurbaşkanı ve Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yasal olarak 18 Haziran’da yapılması gereken cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerinin 14 Mayıs’ta yapılacağını ilan etmesi siyasi bir krize yol açmış durumda.

Erdoğan konuyla ilgili Cumartesi günü yaptığı açıklamada, adaylığını temelsiz bir şekilde meşrulaştırmaya çalışarak şunları belirtti: “2017’de kabul edilen anayasa değişikliği en küçük tartışmaya mahal vermeyecek kadar açıktır. Türkiye 2018 seçimleri ile yeni yönetim sistemine geçti, yani bu bakımdan, kronometreyi sıfırladı. 2018’de seçilen cumhurbaşkanı, yeni sistemin ilk cumhurbaşkanıdır.”

Anayasaya göre meclis beşte üç çoğunlukla seçimlerin yenilenmesine karar verebiliyor. Cumhurbaşkanının da seçimleri yenileme yetkisi var. Ancak adaylık konusundaki madde, 2014 ve 2018’de cumhurbaşkanı seçilen Erdoğan’ın bir kez daha aday olabilmesi için meclisin seçim kararı alması gerektiğini aksi halde bunun anayasaya aykırı olacağını ortaya koyuyor: “Cumhurbaşkanının ikinci döneminde Meclis tarafından seçimlerin yenilenmesine karar verilmesi halinde, Cumhurbaşkanı bir defa daha aday olabilir.”

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) önderliğindeki burjuva muhalefetin bu anayasaya aykırı girişime verdiği tepki, onun siyasi iflasının bir ifadesidir. Dünya genelinde olduğu gibi Türkiye’de de egemen sınıf içinde temel demokratik hakları savunan herhangi bir hizip bulunmamaktadır.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Erdoğan’ın seçim ilanının ardından yaptığı açıklamada şunları söyledi: “Diyelim ki ses çıkardık nereye gidecek? Yüksek Seçim Kurulu’na. O üyeleri atayan kim, Erdoğan. Verdiği karara kim itiraz edecek? İtiraz edeceğin hiçbir yer yok. Anayasa Mahkemesi bile bakmıyor bu karara… Dolayısıyla bizim Erdoğan’ın aday olup olmamasına kilitlenmek gibi bir düşüncemiz yok.”

CHP’nin önderlik ettiği Millet İttifakı (“Altılı Masa”) Perşembe günkü toplantısının ardından yaptığı açıklamada Erdoğan’ın adaylığının anayasaya aykırı olduğunu kabul ederek şunları belirtti: “Türkiye hukuksuzluk, kanunsuzluk ve başıbozuklukla hareket eden bir hükümet tarafından yönetilmektedir. Bu çerçevede, Anayasa ve kanunda hiçbir tereddüde yer vermeyecek kadar açık bir şekilde düzenlenmiş olan hükümler uyarınca, TBMM yenileme kararı almadığı müddetçe, Sayın Erdoğan’ın 14 Mayıs’ta yapılacak olan seçimlerde bir kez daha aday olması mümkün değildir.” 

Buna rağmen, “Altılı Masa”, bu durumu acizce kabullenerek ona meşruiyet sağlıyor. Açıklama şöyle devam ediyor: “Bununla beraber, Cumhuriyetimizin 100. yılında milletimizin bu hukuksuz düzene ‘Yeter’ cevabı vereceğinden emin olan bizler, Sayın Erdoğan’ın 14 Mayıs’ta yapmayı planladığı seçime halkımızdan aldığımız destekle, kendimize olan inancımızla ve ülke sevdamızla hazır olduğumuzu belirtmek isteriz.”

Çeşitli sahte sol eğilimlerin Erdoğan’a karşı desteğini ilan ettiği bu sağcı burjuva ittifak, Erdoğan’ın ve faşist müttefiki Milliyetçi Hareket Partisi’nin (MHP) Cumhur İttifakı’nın bir alternatifi değil, en az onun kadar emperyalizm yanlısı ve işçi sınıfına, temel demokratik haklara düşman rakibidir. Millet İttifakı'nın anayasaya aykırı bu girişime yönelik tutumu, Erdoğan’ın seçim sonuçlarının meşruiyetini reddetmesi halinde burjuva muhalefetin ne yapacağının da bir işaretidir.

Millet İttifakı’nda MHP’den kopan aşırı sağcı İYİ Parti’nin, AKP’nin içinden çıktığı İslamcı Saadet Partisi’nin ve AKP’den kopan eski başbakan Ahmet Davutoğlu’nun Gelecek Partisi ile eski ekonomi ve dışişleri bakanı Ali Babacan’ın DEVA partisinin var olması durumu özetlemektedir.

Türkiye, ABD-NATO’nun Ukrayna’da Rusya’ya karşı yürüttüğü savaşın giderek tırmandığı, hayat pahalılığının ve dayanılmaz yaşam şartlarının işçi sınıfını her yerde artan oranda mücadeleye ittiği ve egemen sınıfın otoriter rejimlere dönüşünün hız kazandığı koşullarda seçime gidiyor.

Erdoğan, işçi kitlelerin hayat pahalılığı karşısında artan öfkesi ve muhalefeti karşısında bir yandan grevleri yasaklamaya çalışırken diğer yandan yaklaşan seçimler öncesi popülist adımlar atıyor. 2023 yılı için asgari ücrete yüzde 50 zam yapılması, sözleşmeli çalışma veya emeklilikle ilgili yapılan sosyal düzenlemeler bununla bağlantılıdır. Bununla birlikte, bu adımların geniş kitleler içindeki hoşnutsuzluğa çare olması mümkün değildir. 

Resmi yıllık enflasyonun yüzde 60’ın üzerinde olduğu ve nüfusun yaklaşık yüzde 90’ının yoksulluk sınırının altında yaşadığı Türkiye’de, sınıfsal gerilimler özellikle şiddetlenmiş durumdadır ve egemen sınıfın tüm hizipleri bu gerilimlerin farkındadır. Burjuva muhalefet ittifakının, en az Erdoğan hükümeti kadar kitlelerin temel sosyal ve demokratik hakları savunmak üzere harekete geçmesini engellemeye kararlı olmasının nedeni budur.

Kısa süre önce Erdoğan hükümeti başlıca rakiplerinden CHP’li İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun aday olmasını engellemeye yönelik antidemokratik bir müdahalede bulundu. İmamoğlu 2019 yılında Erdoğan’ın partisinin on yıllardır yönettiği İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni (İBB) hükümetin seçimi tekrar edip çalma girişimlerine karşın kazanmıştı. Millet İttifakı’nın adayı olan İmamoğlu, seçimde kritik bir konumu olan Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) de desteğini almıştı.

İstanbul 7. Asliye Ceza Mahkemesi, Aralık ayında İmamoğlu’na kamu görevlilerine “hakaret” suçu iddiasıyla 2 yıl 7 ay 15 gün hapis ve siyasi yasak cezası verdi. Kesin yargı kararı henüz verilmiş değil ancak olası bir adaylık karşısında yargılama süreci hızla sonuçlandırılabilir.

Son anketler Erdoğan’ın Cumhur İttifakı’nın ya da Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinde gerekli çoğunluğu tek başına alamayacağını işaret ediyor. Bu nedenle yüzde 10’un üzerindeki oy oranı ya da 6 milyondan fazla oyu ile HDP kilit bir rol konumda bulunuyor.

Hükümet, HDP’nin Anayasa Mahkemesi’nde devam eden kapatma davasını seçim öncesi elinde bir koz olarak tutuyor. Mahkeme HDP’nin kapatama davasının seçim sonrasına bırakılması talebini reddetti. Ayrıca Anayasa Mahkemesi 5 Ocak’ta HDP’nin hazineden aldığı seçim yardımına bloke koydu. Ne var ki, Avrupa Birliği ve NATO yanlısı bir parti olarak HDP’nin, hükümetin bu gerici ve antidemokratik baskısına herhangi bir ilerici yanıtı bulunmuyor.

Ankara ile PKK arasındaki sözde “barış süreci”nin Suriye’deki emperyalist rejim değişikliği savaşının sonuçlarının ağırlığı altında 2015’te çökmesi üzerine, bu sürecin bir parçası olan HDP şiddetli bir devlet baskısına uğramaya başladı. Suriye’deki Halk Savunma Birlikleri’nin (YPG) ABD’nin başlıca vekil gücü haline gelmesi ve bölgede bir Kürt oluşumunun ortaya çıkması, Kürt nüfusunun 20 milyondan fazla olduğu Türkiye’de de benzer sonuçlar olabileceğinden korkan Türk burjuvazisinin dehşete kapılmasına yol açmıştı.

PKK ile şiddetli çatışmalar yeniden patlak verirken, Erdoğan hükümeti HDP’ye karşı amansız bir antidemokratik devlet baskısına girişti. Bu süreçte, CHP’nin de desteğiyle, HDP’nin milletvekillerinin dokunulmazlığı kaldırıldı ve partinin eş başkanları Selahattin Demirtaş ile Figen Yüksekdağ dahil birçok milletvekili hapse atıldı.

HDP giderek açık bir şekilde CHP önderliğindeki burjuva ittifaka yönelmekle birlikte, bu ittifaka resmi olarak dahil edilmedi ve talepleri büyük ölçüde görmezden gelindi. Seçimlerdeki kilit rolünün farkında olan HDP önderliği, Ocak ayı başında yaptığı açıklamada, dikkate alınmaması halinde kendi cumhurbaşkanı adayını çıkaracağını ilan etti. HDP, sahte sol ve Stalinist partilerle kurduğu Emek ve Özgürlük İttifakı ile parlamento seçimlerine kendi adaylarıyla katılacak.

Seçimlere giderken, Erdoğan hükümetinin artan toplumsal öfkeyi milliyetçilik ve militarizmi yükselterek bastırmak amacıyla Suriye’deki ABD destekli Kürt güçlerine karşı yeni bir askeri harekât düzenlemesi tehlikesi oldukça ciddidir.

İleriye giden yol, burjuvazinin şu ya da bu sağcı hizbini desteklemekten değil, işçi sınıfının emperyalizm ve savaş karşıtı, sosyalist bir program temelinde tüm kapitalist düzen partilerinden siyasi bağımsızlığını sağlamaktan geçmektedir. Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin Türkiye şubesi olan Sosyalist Eşitlik Grubu’nun uğruna mücadele ettiği perspektif budur.

Loading