Perspektif

Depremde ölü sayısı 35.000’e yaklaşıyor: 21. yüzyılın en büyük felaketlerinden biri

Geçtiğimiz Pazartesi günü Türkiye’nin güneyini ve Suriye’nin kuzeyini yerle bir eden iki deprem, ölüm, yıkım ve kitlesel acılarla dolu bir felakete yol açtı. Resmi rakamlara göre yaklaşık 35.000 kişi hayatını kaybetti ve bu sayı giderek artıyor. Bölgedeki şehirler yerle bir oldu. Milyonlarca kişi de kış ortasında, devasa ihtiyaçla karşılaştırıldığında son derece yetersiz kalan yardımlarla, yoksunluk ve daha fazla ölümle karşı karşıya.

Birleşmiş Milletler yardım koordinatörü Martin Griffiths, bildirilen ölü sayısının “iki katına veya daha fazlasına” çıkmasının muhtemel olduğunu söyledi. Griffiths, “Yakında arama ve kurtarma görevlileri yerlerini, işleri önümüzdeki aylarda depremden etkilenen olağanüstü sayıda insanla ilgilenmek olan insani yardım kuruluşlarına bırakacak,” diye ekledi. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre yaklaşık 26 milyon insan depremden doğrudan etkilendi ve birçoğu açlık, hastalık, fiziksel ve psikolojik travma tehdidiyle karşı karşıya.

Felaketin devasa boyutunu, çöken binalardan çıkarılan binlerce cesetten ziyade bir avuç başarılı kurtarma çalışmasına odaklanan burjuva medyadaki haberlerden anlamak zordur. Toplu mezarların insansız hava araçlarına monte edilmiş kameralar tarafından havadan çekilen fotoğrafları bile bu trajedinin boyutları hakkında sadece bir fikir vermektedir.

Sarsıntı, en az 500 kilometrelik fay hattı boyunca hissedildi (Detroit’ten Chicago’ya ya da Paris’ten Londra’ya varan bir mesafe). Bir NASA jeofizikçisine göre, “Bu, insanlarla dolu birçok şehir ve kasabayı vuran çok geniş bir alanda son derece güçlü bir sarsıntı yarattı. Kırılma uzunluğu ve 7,8’lik depremin büyüklüğü, San Francisco’yu yerle bir eden 1906 depremine benziyordu.”

Bazıları binlerce yıllık tarihe sahip olan şehirler yerle bir oldu. Yakın Doğu’nun kavşak noktası olan antik Maraş kenti, 600.000 nüfusuyla depremin merkez üssüydü. 400.000 nüfuslu antik Antakya kenti ise neredeyse tamamen yerle bir oldu.

6 Şubat depremi şimdiden ölü sayısı bakımından 21. yüzyılın en kötü beşinci doğal afetidir ve muhtemelen yakında, 316.000 kişinin ölümüne neden olan 2010 Haiti depreminin ve en çok Endonezya, Tayland, Sri Lanka ve Hindistan’ın etkilendiği 14 ülkede tahminen 228.000 kişinin öldüğü 2004 Hint Okyanusu tsunamisinin ardından en kötü üçüncü doğal afet olacaktır.

2004 ve 2010 yıllarında devasa can kaybı meydana gelen yerler, dünyanın en yoksul bölgeleri arasındaydı: Haiti Batı yarımkürenin en yoksuluyken diğer ülkeler gelgit dalgasının tüm gücüyle vurduğu Hint Okyanusu çevresinde yer alıyordu. Türkiye ise orta gelirli, geniş bir sanayi tabanına sahip, siyasi nedenlerle engellenmiş olsa da Avrupa Birliği’ne girmeye aday bir ülke. Türkiye kökenli milyonlarca işçi, Avrupa’nın ekonomik güç merkezi olan Almanya’daki işçi sınıfının önemli bir parçasını oluşturuyor.

Dolayısıyla Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hükümetinin müdahalesindeki bariz başarısızlık, teknolojiye, kalifiye işgücüne ya da ekonomik kaynaklara erişim eksikliğinden kaynaklanmamaktadır. Bu tamamen, büyük fay bölgelerindeki binaların depreme dayanıklı olmasını sağlamak gibi uzun vadeli altyapı harcamalarını kısa vadeli kâr maksimizasyonu lehine reddeden yerli ve küresel kapitalizmin mali kaygılarından kaynaklanmaktadır.

Erdoğan’ın sağcı hükümeti, felaketin insan kaybından çok potansiyel siyasi etkisiyle ilgileniyor. Bir avuç bina sahibi, hükümetin inşaat sektörünü denetleme konusundaki sistematik yolsuzluğunun günah keçisi olarak gösterilmek ve rejimin bilim insanlarının deprem tehlikesi konusundaki uyarılarını dikkate almama sicilini örtbas etmek için tutuklandı. “Yağmacılar”a karşı kan donduran tehditler savruluyor ve bildirildiğine göre bölgeye halkı bastırmak için gönderilen polis sayısı, hayat kurtarmak için gönderilen yardım görevlilerinden daha fazla.

Erdoğan hükümetinin bu felaketteki inkâr edilemez sorumluluğunun yanı sıra, suçlama aynı zamanda emperyalist güçlere ve özellikle de küresel egemenlik peşinde tüm bölgeyi harap eden ABD’ye odaklanmalıdır.

Suriye’de emperyalist abluka öylesine acımasız bir etki yaratmış durumda ki, BM’den Griffiths dünya “kuzeybatı Suriye’deki insanları yüzüstü bıraktı... Haklı olarak kendilerini terk edilmiş hissediyorlar. Bir türlü gelmeyen uluslararası yardımı bekliyorlar,” diye konuştu.

ABD’nin Suriye’ye uyguladığı yaptırımlar yardım malzemelerinin akışını engellerken, petrol üretimini kontrol etmek için ülkenin bazı bölgelerini işgal eden ABD askerleri de deprem mağdurlarına yardım etmek yerine seyirci kaldı. Yıkımın ortasında ABD ordusunun “misyonu”, on binlerce Suriyeliyi barbarca hapis koşullarına maruz bırakırken rejim değişikliği operasyonunu sürdürmek şeklindedir.

Zengin ülkelerin yardım olarak sundukları üç kuruş, Ukrayna üzerinden Rusya’ya karşı yürütülen savaşa ve III. Dünya Savaşı’na yönelik genel askeri yığınağa yaptıkları muazzam harcamaların yanında bir hiçtir. Bir III. Dünya Savaşı, tüm dünyaya deprem bölgesindeki cehennem sahnelerinin kopyasını, hatta daha da kötüsünü yaşatacaktır.

ABD ve Avrupalı güçler şu anda Ukrayna’yı tanklar ve savaş uçaklarıyla dolduruyor ancak iş büyük bir sosyal felakete gelince, çok az bir yardım teklif ediliyor. “İnsani” emperyalizm iddiaları buraya kadarmış.

Cuma günü Pentagon denetçisi, Biden yönetiminin 9 Mart’ta teslim edeceği bütçede Amerikan tarihindeki en büyük askeri harcama miktarını (yaklaşık 900 milyar dolar) talep edeceğini doğruladı. Aynı anda ABD yönetimi, depremden kurtulan Türk ve Suriyelilere yardım için bu miktarın on binde biri olan 85 milyon dolar sağlayacak. Bu üç kuruş bile Amerikan emperyalizminin hem Suriye hem de Türkiye’deki çıkarlarını ilerletecek şekilde kullanılacak.

Sadece işçi sınıfı içinde, sıradan insanların Türkiye ve Suriye’deki kardeşlerinin kötü durumuna duydukları muazzam sempati ve dayanışmanın kanıtlar var. Dünyanın dört bir yanından yardım görevlileri olay yerine koşarak, eşlerini, çocuklarını, anne-babalarını ve komşularını moloz yığınlarından çıkarmak için telaş içinde çabalayan on binlerce depremzedeye katıldılar. Türkiye’nin tehlikeli madenlerinde her gün göçük ve patlamalar nedeniyle ölüm riskiyle karşı karşıya kalan kömür madencileri, yardım ve uzmanlıklarını sunmak üzere bölgeye akın ettiler.

Ancak bu çabalar, bu alanda neredeyse tekel konumunda olan büyük emperyalist güçlerin sorumluluğunda olan başarılı kurtarma operasyonlarını yürütmek için gerekli donanım ve teknik uzmanlığın ciddi eksikliği eliyle engellenmektedir.

Bir hafta önce Dünya Sosyalist Web Sitesi (WSWS), depreme dayanıklı kentleri tamamen mümkün kılan dünya çapında bilim ve sanayinin muazzam gelişimi ile sosyal altyapı ve afet yardım hazırlıklarının sürekli ihmal edilmesi arasındaki çelişkiye işaret ederek şunları belirtmişti:

Doğal afetlerin feci sonuçlarının önlenmesi de dahil olmak üzere günümüzün tüm önemli toplumsal meseleleri, doğaları gereği küresel sorunlardır ve toplumsal olarak koordine edilen bir çözümü gerektirmektedir. Ne var ki, burjuvazinin özel kâr çıkarları ve dünyanın rakip ulus devletlere bölünmüş olması, böylesi bir ilerici müdahalenin önünde engel teşkil etmektedir. COVID-19 pandemisine ya da küresel iklim değişikliğine dünya çapında bilimsel bir yanıt verilememesinin nedeni de budur…

Acil toplumsal sorunlara planlı ve akılcı bir yanıt verilmesinin önündeki engel, ancak uluslararası işçi sınıfının egemen sınıfın iktidarına ve servetine cepheden saldırıya geçerek özel kâr yerine toplumsal ihtiyaçları hâkim kılmasıyla ortadan kaldırılabilir. Dünkü deprem felaketinin önlenebilir yıkımı, kapitalist sistemin yerini dünya çapında sosyalizme bırakmasının acil bir gereklilik olduğunu bir kez daha göstermiştir.

Bu satırların yazılmasından bu yana geçen bir haftada yaşananlar bu açıklamayı tamamen doğrulamıştır. Dünyanın dört bir yanındaki emekçilerin, Suriye ve Türkiye halklarına acil yardım, tüm yaptırımların ve ablukaların kaldırılması ve harap olmuş bölgeyi yeniden inşa etmek için geniş bir program talebini var güçleriyle yükseltmeleri acil bir gerekliliktir.

Loading