Yeni depremler bölgeyi sarsarken gerçek ölü sayısının 150 binin üzerinde olabileceği düşünülüyor

Türkiye-Suriye sınırındaki Hatay’da dün 6.4 ve 5.8 büyüklüğünde olduğu belirtilen iki depremde en az altı kişi öldü, yaklaşık 300 kişi de yaralandı. İki hafta önceki iki büyük depremin ardından gelen bu depremlerde ölüm ve yaralanmanın olmasının başlıca nedeninin, depremzedelere yeterli çadır ve konteyner sağlanmaması sonucu bazı insanların az veya orta hasarlı raporu verilen evlerine girmesi olduğu düşünülüyor.

Öte yandan can kaybının resmi sayıların çok üzerinde olduğuna dair şüpheleri doğrulayan bir açıklama ortaya çıktı. Depremin vurduğu Gaziantep’in Nurdağı ilçesine “koordinatör” olarak atanan Şırnak Valisi Osman Bilgin, sosyal medyada ortaya çıkan ve 13 Şubat Pazartesi günü yapıldığı belirtilen konuşmada, gerçek ölü sayısının “5 kat daha kötü” olabileceğini söylüyordu. 13 Şubat itibarıyla Türkiye’deki resmi ölü sayısı 31 bin civarındaydı.

Nurdağı’ndaki depremzedelere seslenen Bilgin, devletin geç müdahale ettiğini itiraf ederek “Kusura bakmayın belki geç geldik ama durum gördüğünüzden, bildiğinizden çok daha vahim. Açıklanan rakamlardan belki 3-4, belki 5 kat daha kötü,” diyordu.

Bilgin ayrıca şunları söylüyordu: “Nurdağı ilçesini komple yıkıyoruz, dün çevre bakanıyla kararını aldık. Tamamını, yüzde yüzünü yıkıyoruz. Yaşanan felaketi anlayın diye anlatıyorum. Şu anda 150 ölü çıkan apartman var. Tabii ki yüce Allah takdiri ilahi, o olmadan biz bir saniye bile adım atamayız... Ama biz insan olarak üzerimize düşen sorumluluğu yapmalıyız.”

Devletin “üzerine düşen sorumluluk”, bilim insanlarının ve bizzat devlet kurumlarının raporlarıyla yıllardır uyarıda bulunduğu deprem tehlikesine karşı gerekli önlemleri almaktı. Fay hattı üzerindeki yerleşimler ile depreme dayanıksız olduğu bilinen yapılar boşaltılmalıydı. Ancak Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hükümeti, kârsız ve dolayısıyla “gereksiz” olarak görülen bu adımları atmak yerine bölge halkını kaderine terk etti.

Dün itibarıyla Türkiye’deki resmi ölü sayısı 41 bini geçerken, depremden ağır bir şekilde etkilenen Suriye’de yaklaşık on gün önce 5.800 olarak açıklanan ölü sayısı halen değişmemiş durumda. Suriye’nin, NATO’nun 2011’den beri devam eden rejim değişikliği savaşı ve felç edici emperyalist yaptırımlar nedeniyle zaten harap durumda olduğu göz önünde bulundurulduğunda, bu sayı büyük olasılıkla gerçek sayının oldukça altındadır.

Bu durum ve valinin açıklaması dikkate alındığında, Türkiye-Suriye deprem felaketinin önlenebilir toplumsal yıkımının düşünülenden çok daha korkunç olduğu görülmektedir. Eğer tahminler doğruysa, bu, 21. yüzyılın en büyük can kayıplarının meydana geldiği; 2004’te yaklaşık 228 bin ölüme yol açan Hint Okyanusu depremi ile 2010’da 316 bin ölüme yol açtığı tahmin edilen Haiti depremi felaketi seviyesinde bir can kaybına işaret etmektedir.

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı deprem bölgesindeki 927 bin binanın incelendiğini, bunlardan yaklaşık 118 bininin çökmüş ya da ağır hasarlı olduğunu açıkladı. Geçtiğimiz hafta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 2,2 milyon depremzedenin bölgeden göç ettiğini söylemişti. Bu sayının şimdiye kadar 4 milyonu geçmiş olabileceği düşünülüyor.

Erdoğan, “konteyner kentler dışında barınacaklara ev sahibi olanlar için aylık 5 bin lira, kiracı olanlar için aylık 2 bin lira kira yardımı yapılacağını” söyledi. Kiracılar ve ev sahipleri arasında yapılan bu ayrım büyük tepki çekti. Dahası, Türkiye’de aylık 2 bin liraya kiralık bir daire bulmak mümkün değildir.

Suriye’de ise Birleşmiş Milletler 5 milyondan fazla insanın depremden sonra evsiz kaldığını tahmin ediyor. Emperyalist güçler tarafından kaderine terk edilen ve ablukaya alınan ülkeye çok az uluslararası yardım ulaştırıldı. Ülkenin kuzeyinde ABD ve Türk ordusunun yanı sıra cihatçı güçlerin devam eden işgali, Şam hükümetinin deprem felaketine merkezi müdahalesini engelledi.

Pazar günü Türkiye’yi ziyaret eden ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, yeni bir emperyalist ikiyüzlülük gösterisi yaparak, Türkiye ve Suriye’ye 100 milyon dolar daha deprem yardımında bulunacaklarını söyledi. Toplam 185 milyon dolarlık “yardım”ın ne kadarının Suriye’ye gideceği ve depremzedelere ulaşacağı bilinmezken, bu meblağ Suriye’yi mahvetmek için harcanmış olan ve hâlihazırda Ukrayna’ya akıtılan milyarlarca dolarlık silah harcamalarının yanında bir hiçtir.

Dahası, Pazar günü İsrail’in başkent Şam’da sivilleri hedef alan hava saldırısı, deprem felaketinin ortasında bulunan ülkedeki durumu daha da ağırlaştırdı. Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’nden Rami Abdel Rahman, en az beş kişinin öldüğü ve 15 kişinin yaralandığı saldırı hakkında “Pazar günü gerçekleştirilen saldırı, İsrail’in Suriye başkentinde gerçekleştirdiği en ölümcül saldırı oldu,” dedi. Al Jazeera’nın aktardığına göre hava saldırısı “Emevi Meydanı'na yakın yoğun nüfuslu bir bölgeyi vurdu.”

İsrail, geçtiğimiz ay da Şam uluslararası havaalanını vurarak dört kişiyi öldürmüştü.

Suriye’deki milyonlarca depremzedenin kötü durumu hakkında az sayıda habere ulaşılabilirken, depremin üzerinden iki hafta geçmiş olmasına rağmen Türkiye’deki deprem bölgesinde de durum halen vahim. Erdoğan hükümeti “topladığı” ve sağladığı yardımlarla övünürken, bazı yerlerde depremzedelerin geceleri toplu halde dışarıda yattıkları görülüyor.

Evrenselgazetesinin haberine göre, depremin vurduğu Malatya’nın Yeşilyurt ilçesinde halen hiçbir devlet müdahalesi ya da yardımı söz konusu değil. İlçe sakini bir depremzede şunları söylüyor: “Deprem olalı 14 gün oldu ama devlet burayı görmüyor. Biz burada kendi imkânlarımızla yaptık her şeyi. Enkazları kazmaktan tutun, diğer her şeye kadar. Tuvalet yok, günlerdir boş arsaları kullanıyoruz. 13 gündür duş almadık, kir pislik içindeyiz. Devlet yok burada.”

Yaşlı bir kadın da şunları belirtiyor: “Günlerdir gelen yardımlar sadece halktan geldi. Devletten kimseyi göremedik. Sıcak yemek zaten gelmiyor. Günde bir kere çorba gelirse geliyor. Ne yapacağız bilmiyoruz, evimiz yok nerede kalırız bilmiyoruz.”

İçişleri Bakanlığı’na bağlı AFAD’ın deprem bölgesinde kurduğu çadır kentlerde salgın riski başta olmak üzere önemli sorunlar söz konusu. SES Ankara Şube Yöneticisi Prof. Dr. Sibel Perçinel, Pazar günü Maraş’ın Pazarcık ilçesinde Evrensel’e verdiği demeçte, “Tuvalet ve banyo ihtiyacı karşılanamıyor. AFAD ekibi depremzedelere yeterli ilgiyi göstermiyor. Bacakları kangren olma ve kesilme durumuna gelmiş bir hastaya müdahale edilmediğini gördük,” diyordu.

Perçinel ayrıca Suriyeli sığınmacıların zor durumuna ve salgın tehlikesine dikkat çekiyordu: “Suriyeli ailelerin durumu burada daha da zor, daha kalabalık halde yaşıyorlar ve iletişim problemi de çekiyorlar. Burada daha çok koruyucu ve önleyici sağlık hizmeti verebiliyor gönüllü arkadaşlar. Hijyen koşullarının bir an önce iyileştirilmemesi halinde ortaya çıkabilecek salgınlar işi daha da zor hale getirecek.”

9 saat içinde 7,7 ve 7,6’lık iki büyük depremin meydana gelmesini “yüzyılın felaketi” olarak tanımlayan Erdoğan hükümeti, bu önlenebilir toplumsal felaketteki sorumluluğunu inkâr etmeyi sürdürüyor. Şu ana kadar çoğu müteahhit 133 kişi tutuklanırken hiçbir üst düzey yetkili istifa etmedi.

Bununla birlikte, dün Samsun Barosu’ndan Avukat Hüseyin Cimşit, aralarında Cumhurbaşkanı Erdoğan, Çevre, Şehircilik ve İklim Bakanı Murat Kurum, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, Sağlık Bakanı Fahrettin Koca ile Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Adil Karaismailoğlu’nun da bulunduğu yetkililer hakkında suç duyurusunda bulundu.

Haberlere göre, suç duyurusu, depremde yıkımın meydana geldiği illerde 1999-2023 yıllarında görev yapan belediye başkanları, belediye meclis üyeleri ve proje sorumluları ile GSM operatörlerinin yöneticilerini kapsıyor.

Bu kişiler hakkında kamu davası açılması talep edilen şikâyette, “görevi ihmal ve kötüye kullanma sonucu 36 binin üzerinde insanın ölümüne sebep olmak”, “binlerce binanın yıkılmasına neden olmak” ve “ülke ekonomisini dar boğaza sokmak” gibi suçlamalar yer alıyor.

Bu devasa toplumsal suçun hem siyaset kurumu hem de özel sektördeki başlıca sorumlularının kamuya açık bir yargılamaya tabi tutulması, ancak işçi sınıfının bağımsız siyasi seferberliğiyle mümkündür.

Loading