İtalya açıklarında aralarında yeni doğmuş bebek ve 19 çocuğun da bulunduğu en az 59 sığınmacı boğuldu

Ahşap teknelerinin İtalya’nın Calabria sahili açıklarında kayalıklara çarpması sonucu en az 59 göçmen hayatını kaybetti. Ölenler arasında yeni doğmuş bir bebek ve 19 çocuk bulunurken, cesetlerin çoğu bir sahil beldesi yakınlarında kıyıya vurdu.

Biri yoğun bakımda olmak üzere 20’si hastaneye kaldırılan 81 kişinin de kurtulduğu bildiriliyor. Kurtulanlara göre teknede başlangıçta yaklaşık 150 kişi bulunuyordu. Üç ya da dört gün önce Türkiye’den yola çıkmışlardı.

Bu korkunç suçun sorumluluğu, kıtayı çaresiz insanlara karşı bir “kale”ye dönüştürmek için komplo kuran Avrupa’nın tüm hükümetlerine ve emperyalist şiddeti Ortadoğu ve Afrika’daki toplumları parçalayarak görülmemiş sayıda insanı evlerini terk etmeye zorlayan ABD ve müttefiklerine aittir.

Kurtarma ekipleri, 26 Şubat 2023 Pazar günü İtalya’nın güneyinde Cutro yakınlarındaki bir plajda, bir göçmen teknesinin dalgalı denizde parçalanmasının ardından bir ceset çıkarıyor. Kurtarma yetkilileri, teknelerinin İtalya’nın güneyinde parçalanmasının ardından bilinmeyen sayıda göçmenin öldüğünü ve düzinelercesinin kurtarıldığını açıkladı. [AP Photo/Giuseppe Pipita]

İtalya’nın faşist Başbakanı Giorgia Meloni “derin üzüntüsünü” dile getirdi; ardından Avrupa sınırlarındaki katliamdan sorumlu olan politikaların devamı ve “kalkışların engellenerek” Avrupa’ya giden yolların kesilmesi sözünü verdi. İçişleri Bakanı ise geçen hafta Libya ve Tunus’la birlikte uygulanan bu tür önlemlerin 21.000’e yakın insanın “gelişini önlediğini” söyleyerek övündü. Bu durum, insanları bu ülkelerdeki cehennem koşullarına mahkûm ederek sayısız kişiyi daha tehlikeli yolculukları göze almaya itti.

Faşist Meloni’nin mesajının aynısı Avrupa’nın herhangi bir yöneticisinden de duyulabilirdi.

Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ölümlerden “derin üzüntü” duyduğunu söyledi ve ekledi: “(AB) Göç ve Sığınma Paktı ve Orta Akdeniz Eylem Planı konusundaki çabalarımızı iki katına çıkarmalıyız.” Bu ayın başlarında düzenlenen ve sığınmacıların girişini engellemek için “araçlardan kameralara, gözetleme kulelerinden elektronik gözetime kadar mobil ve sabit altyapılardan oluşan entegre bir paketin” tartışıldığı AB zirvesinde, mültecilerin toplu olarak sınır dışı edilmesini kolaylaştıracak ve Kuzey Afrika kıyılarını denetleyen acımasız rejimlerle iş birliğini güçlendirecek planların ayrıntıları açıklanmıştı.

“Avrupa Kalesi” politikası sonucu, 2022 yılında Uluslararası Göç Örgütü tarafından Akdeniz’de 2.406 kişi ölü ya da kayıp olarak kayıtlara geçti. 2014’ten bu yana yaklaşık 26.000 kişi kayboldu. Türkiye ya da Kuzey Afrika kıyılarına giden yolda yaşanan dehşetten ya da on binlerce mültecinin hapsedildiği ve temel demokratik haklardan mahrum bırakıldığı toplama kampları ağından hiç söz edilmiyor.

2015 yılında Türkiye sahilinde ölü yatan Suriyeli bir çocuğun fotoğrafının kamuoyunda şok ve öfke yaratmasından bu yana, hükümet politikası kıyıya vuran ölü çocukları sıradan bir olay haline getirdi. Kasım 2020’de beş yaşındaki bir çocuk Yunan adası Samos’un kıyılarında ölü bulundu. Babası, tekneleri kayalıklarda alabora olduğu için çocuğu elinden kaçırmıştı. Oğlunun hayatını tehlikeye atmakla suçlanan baba şimdi 10 yıl hapis cezasıyla karşı karşıya. Baba, cesedi teşhis etmeye kelepçeli olarak götürülmüştü.

Bir sonraki ay Libya’nın başkenti Trablus’un batısındaki sahilde yaşları beş ile on arasında değişen dört çocuğun cesedi bulunmuştu. Beş ay sonra, aralarında altı aylık bir bebek ve üç yaşında bir çocuğun da bulunduğu üç çocuk daha aynı sahilde ölü bulundu. Bundan bir ay sonra da bir yaşında bir çocuk, ailesiyle birlikte Fransa’dan Britanya’ya geçmeye çalışırken boğulduktan sonra Norveç sahilinde bulundu.

Mayıs 2021’de Guardian’da yayımlanan bir analizde, AB’nin göçmenleri Avrupa sınırlarından uzaklaştırmak için uluslararası hukuka göre yasa dışı olan, şiddet ve aşağılama içeren geri itme operasyonları nedeniyle 2.000 kişinin öldüğü belirtilmişti. Bu, Libya ve Tunus’ta göçmen gemilerini durduran ve mültecileri işkence, tecavüz, gasp, cinayet ve köleliğin yaygın olduğu kamplara geri gönderen güçlere bu en kötü istismarların havale edilmesi bir buzdağının yalnızca görünen yüzüdür.

Bir başka strateji de mültecileri denize terk etmek olmuştur. Avrupa İnsan Hakları Komiseri’nin 2021 tarihli bir raporu, Avrupa hükümetlerinin gemileri, zor durumdaki göçmenleri bulma ihtimalinin en yüksek olduğu bölgelerden uzağa yeniden konuşlandırdığını ortaya koymuştu.

Birçok küçük STK, denizde hayat kurtarmaya yönelik uluslararası yükümlülüğü yerine getirmek için devreye girdi. Meloni hükümeti ise bu acil durum çabalarını yasaklama gayretine öncülük ediyor. Perşembe günü parlamento, kurtarma gemilerinin bir kurtarma işlemini tamamladıktan sonra tehlikedeki diğer tekneleri bulmak yerine derhal bir limana gitmelerini gerektiren bir yasayı kabul etti.

Alabora olmuş bir teknenin enkazı ve bir ceset 26 Şubat Pazar günü İtalya’nın güneyindeki Cutro yakınlarında bir plajda görülüyor. Kurtarma yetkilileri, teknelerinin güney İtalya açıklarında parçalanmasının ardından bilinmeyen sayıda göçmenin öldüğünü ve düzinelercesinin kurtarıldığını açıkladı. [AP Photo/Giuseppe Pipita]

Ancak İtalyan hükümeti yasal olarak en ileri giden hükümet olsa da sadece tüm Avrupalı güçlerin ortak politikasını yasallaştırıyor. Cuma günü 15 AB ülkesi bir bildiri yayımlayarak “fiziksel bariyerler de dahil olmak üzere her türlü sınır koruma altyapısı” için mali destek çağrısında bulundu. “Frontex’in desteğinin de arttırılması ve en çok etkilenen üye devletlerde tam olarak konuşlandırılması gerektiğini” eklediler ve “hızlandırılmış [sınır dışı etme] prosedürleri ve ardından asılsız sığınma başvurularının reddedilmesi için daha fazla olanak” talep ettiler.

Yüzlerce mülteciyle dolu kurtarma gemileri, her ülkenin limanlarına erişimi reddetmesi nedeniyle haftalarca denizde mahsur kalıyor. Uluslararası Af Örgütü 2020 yılında “Avrupa Kalesi’nde Dayanışma Yargılanıyor” başlıklı bir rapor yayımlayarak “mülteci ve göçmenlere yardım eden insan hakları savunucuları ve sivil toplum örgütlerinin birçok Avrupa ülkesinde asılsız cezai kovuşturmalara, faaliyetlerinin usulsüz bir şekilde kısıtlanmasına, sindirme, taciz ve karalama kampanyalarına maruz kalmasını” kınamıştı.

Yunan hükümetinin Midilli açıklarında göçmenleri kurtaran 24 kişilik bir gönüllü işçi grubu hakkında insan kaçakçılığı, kara para aklama ve dolandırıcılık iddialarıyla devam eden soruşturması bu vakalardan biriydi. Başlangıçtaki casusluk suçlamaları düşürülmek zorunda kaldı. Grupta, Sarah Mardini de yer alıyor. Onun mültecilerin Türkiye’den Yunanistan’a geçmelerine yardım etme hikayesi Yüzücüler filmine ilham vermişti.

Mardini, Suriye’de NATO’nun İslamcı vekil güçleri ile Beşar Esad hükümeti arasındaki yıkıcı savaştan kaçmıştı. Pazar günü boğulan mülteciler Afganistan, Pakistan, Somali ve İran’dan geliyordu; onlar da ABD işgallerinin, askeri müdahalelerin, ayrım gözetmeyen drone saldırılarının ve felç edici yaptırımların yanı sıra küresel eşitsizlik ve iklim değişikliğinin kurbanlarıdır. Bu etkenler, 100 milyondan fazla insandan oluşan bir zorla yerinden edilmiş nüfus yarattı. Onlar, dünyadaki kapitalist hükümetler tarafından insan artığı olarak görülüyorlar.

Türkiye’de yaklaşık dört milyon yerinden edilmiş insan yaşıyor. Calabria’da tekne kazasına uğrayanlar da kısa bir süre öncesine kadar onlar arasındaydı. Suriye’de 6,6 milyon kişi daha ülke içinde yerinden edilmiş durumda. Birçoğunun hayatı, bu ayın başlarında meydana gelen ve en az 50.000 kişinin ölümüne ve milyonlarca kişinin evsiz kalmasına neden olan depremle ikinci kez harap oldu.

Avrupa hükümetlerinin deprem felaketine tepkisi egemen sınıfın öncelikleri hakkında her şeyi anlatıyor. Avrupa Komisyonu şu ana kadar depremzedeler için sadece 6,5 milyon avro yardım sözü verirken, geçen yıl sınır gücü Frontex için 754 milyon avro ayrıldı. Kurum, Yunan hükümeti ile birlikte, felaketten kaçmak isteyen daha fazla sayıda insan beklentisiyle Ege Denizi çevresindeki devriyeleri arttırdı. Yunanistan Göç Bakanı Notis Mitarakis “Milyonlarca insanın kitlesel hareketi çözüm değil,” diye konuştu.

Göçmenlere yönelik saldırı ve demokratik haklardan yoksun bırakılmaları, küresel çapta devam ediyor. Geçtiğimiz hafta ABD Başkanı Joe Biden, uluslararası hukuku ağır bir şekilde ihlal ederek ABD’nin güney sınırındaki neredeyse tüm göçmenlerin girişini ve sığınmasını engelleyen bir göç politikası açıkladı.

Bu gibi olaylar, ABD ve Avrupalı güçlerin Ukrayna’da Rusya’ya karşı “demokrasi” ve “özgürlük” için bir savaş yürüttüğü kurgusunu yerle bir etmektedir. Aslında NATO’nun savaşı ve göçmenlere yönelik saldırılar ayrılmaz bir şekilde birbirine bağlıdır. Avrupa’da büyük bir savaş, demokratik haklarla bağdaşmaz ve işçi sınıfının yaşam standartlarına yönelik büyük bir saldırıyı gerektirir. Bu saldırı, en hızlı ve en ağır şekilde, halihazırda evlerini ve yurtlarını terk etmek zorunda kalan en savunmasız kesimlere yansıyacaktır.

Loading