Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok: Doğru zamanda, güçlü bir savaş karşıtı film

Edward Berger’in yönettiği film, Erich Maria Remarque’ın romanından uyarlandı.

Alman yazar-yönetmen Edward Berger’in, Erich Maria Remarque’ın savaş karşıtı klasiği Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok’tan(Im Westen nichts Neues, 1928) uyarladığı yeni filmi, Birinci Dünya Savaşı’nın dehşetini etkileyici bir şekilde tasvir ediyor. Bunun da ötesinde, bütün bir neslin nasıl acımasızca katliama gönderildiğini gözler önüne seriyor.

Netflix’in yapımcılığını üstlendiği ve sinemalarda da gösterilen film, gösterime girmesinin hemen ardından streaming listelerinde 1 numaraya yükseldi. Ayrıca Akademi Ödülü için olası bir aday olarak gösterildi.

Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok [Photo by Netflix / Reiner Bajo]

Remarque’ın kitabı, haklı olarak, en önemli savaş karşıtı romanlardan biri olarak kabul edilir. Edebi inceliği ya da kanlı çatışmanın siyasi ve sosyal kökenlerini irdelemesinden çok, siper savaşının gerçekliğini 17 yaşındaki Paul Bäumer’in bakış açısından acımasız bir dürüstlükle ve tüm fiziksel ve duygusal yıkımıyla sunduğu için böyledir.

Kitabın savaşın bitiminden on yıl sonra yayımlanması siyasi bir bomba etkisi yaratmıştı. Alman hükümeti uzun süredir yeniden silahlanma üzerinde çalışıyordu ve Hitler’in Nazi Partisi militarizmi ve şovenizmi teşvik etmek için elinden geleni yapıyordu. Bu koşullar altında, Remarque’ın romanındaki emperyalist savaşın gerçekçi tasviri muazzam bir önem kazanmıştı.

Örneğin Alman soylularının resmi yayın organı olan aşırı milliyetçi Deutsche Adelsblatt, kitabın “Savaş, bir daha asla!” duygusunu uyandırıp güçlendireceğinden korkuyordu. Nazi gazetesi Völkischer Beobachter, romanı “asker kaçaklarının, firarilerin, isyancıların ve kaçkınların coşkulu savunması” olarak tarif ederek esere ve yazarına karşı şiddetli bir kampanya yürütmüştü.

Lewis Milestone’un çığır açan İngilizce film uyarlaması (Paul rolünde Lew Ayres vardı), Alman yetkililer tarafından ancak 1930 yılında ağır bir sansürle kabul edilmişti. Buna rağmen Naziler büyük bir karalama kampanyası düzenleyerek film gösterimlerini koku ve sis bombalarıyla kesintiye uğratmış, sinemalara girişleri engellemişti.

2022 yılı, bu eserin modern bir görsel dille yeni bir filme uyarlanması ve böylece yeni bir nesil için geniş çapta erişilebilir hale getirilmesi adına kesinlikle uygun bir zamandır.

ABD-NATO’nun Rusya’ya karşı yürüttüğü savaşla birlikte, cephenin her iki tarafındaki on binlerce genç bir kez daha mali oligarşilerin çıkarları için sadece birer top yemine dönüştürülüyor. Askerler ve siviller çatışmalarda ve bombardımanlarda parçalanma ve sakatlanma tehlikesiyle karşı karşıya kalırken, savaş tüm insanlığı nükleer imha ile tehdit ediyor. Bu koşullar altında, resmi medya ve akademisyenler geçen yüzyıldaki her iki dünya savaşının acımasızlığını ve caniliğini küçümsemeye, hatta tamamen gizlemeye çalışıyor.

Militarizmin yeniden ortaya çıkışı, savaşın yeniden yüceltilmesini ve ‘savaşçılar’a tapınılmasını da beraberinde getiriyor. Savaş haberciliği çoğunlukla “iliştirilmiş gazetecilik” ve akıllara durgunluk veren propaganda ile sınırlıdır. Buna karşın Berger’in filmi savaşın gerçekliğini yansıtıyor. Sıradan askerlerin kendilerini içinde buldukları koşullara odaklanan yeni Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok filmi, günümüzde de yakıcı bir geçerliliği bulunan, gerçekten evrensel bir deneyimi takdim edebiliyor.

Film yapımcıları zaman zaman romanın konusundan kasıtlı olarak uzaklaşsalar bile, kitabın genel havasının çoğunu perdeye taşımayı başarıyorlar. Ancak bu süreçte karakter gelişiminden büyük ölçüde feragat ediyorlar. Buradaki odak noktası, genç adamların içine atıldıkları ve hızla yollarını bulmaları gereken bir durumdur. Fiziksel jestler ve yüz ifadelerinin yakın çekimleri sayesinde, kahramanların yaşadıkları deneyim elle tutulur hale geliyor.

Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok, Bäumer ile değil, o çağrılmadan önce meydana gelen şiddetli bir savaşla açılır. Savaşın ardından, üniformalar ölen askerlerin üzerinden çıkarılır ve üzerlerindeki çamur ve kan devasa kazanlarda temizlenir. Onlarca terzi büyük bir salonda üniformaları yamalar. Bäumer’e böyle bir kıyafet verildiğinde, hâlâ üzerinde olan isimliği merak eder ve bu isimlik daha sonra bir subay tarafından hızla çıkarılır. Ölüm makinesi bir kez daha harekete geçer ve filmin aksiyonu başlar.

Remarque’ın romanında olduğu gibi, bu makineyle yüzleşirken izleyicinin gözünün yaşına bakılmaz; makinenin gaddarlığı acımasızca resmedilir. İnsanlar havaya uçurulurken, askerler tanklar tarafından ezilirken ya da alev püskürtücüler tarafından yakılırken görüntü kesilmez, amansızca devam eder. Çatışmalar sırasındaki çevik kamera çalışması, izleyiciyi doğrudan çatışmanın içine sokar.

Savaşın dehşetinin gerçekçi sunumu, ayrıntılı bir prodüksiyon tasarımıyla, çamura bulanmış ve canlarını kurtarmak için sürünen askerlerin görüntüleriyle desteklenir. Savaş türüne göre oldukça ölçülü olan, aksiyonun seslerini alan ya da olayların habercisi olan bir müzik de dehşeti vurgular. Nefes alma, soluma ve inleme gibi insan sesleri açıkça duyulur ve yakından hissedilir.

İşte bu ortamda kahramanlarımız, savaşın kanlı mekanizmasına tam uyum sağlama ile kendi insanlıkları arasında gidip gelirler. Paul Bäumer rolündeki Felix Kammerer ve bir baba olan dostu, Stanislaus “Kat” Katczinsky rolündeki Albrecht Schuch’un olağanüstü oyunculuklarıyla, 1928 tarihli kitabın bu ana teması etkileyici bir şekilde canlandırılıyor.

Edin Hasanovic, Albrecht Schuch ve Felix Kammerer [Photo by Netflix / Reiner Bajo]

Bazı sekanslar özellikle unutulmazdır: örneğin, Bäumer’in bir mermi yağmuru altında düşman siperlerine ulaşması, umutsuz bir öfkeyle Fransız askerlerini öldürmesi ve ardından genç bir düşmanla karşılaştıkları sahnede kendisini fark etmesi. Ya da Bäumer yaralı Kat’i insanüstü bir çabayla kampa geri taşıması ancak sahra hastanesinde Kat’in yaralarına çoktan yenik düşmesi nedeniyle tüm bu süre boyunca bir ceset taşıdığını anlaması. Bu, ölüme karşı verilen umutsuz bir mücadeledir.

Remarque’ın romanından diğer önemli sahneler de iyi sunulmuş. Bir çatışma sırasında Bäumer bir bomba kraterinde siper arar ve orada bir Fransız askerini bıçaklar. Bäumer kraterde ölmek üzere olan adamın yanında yatmak ve onu susturmaya çalışmak zorundadır. Genç Alman Bäumer, yavaş yavaş durumlarının ne kadar benzer olduğunun farkına varır. Ölümcül şekilde yaralanan askerin kanını durdurmaya çalışır, ona silah arkadaşım der ve adama cüzdanını ailesine geri vereceğine dair söz verir. Bu sahne, cephedeki günlük yaşamı karakterize eden panik ve vahşeti, aynı zamanda duygusal olarak acı veren pişmanlık ve empati anlarını gösterir.

Film, harap olmuş Bäumer’in gece vakti savaş alanından kampa dönüş yolunu tutmasından, Berger ve senaristler tarafından takdim edilen acımasız General Friedrichs’in (Devid Striesow) görkemli akşam yemeğine geçer. Bu sekans, Bäumer’in sıradan Fransız askerine Alman generalinden çok daha yakın olduğu gerçeğinin altını çizer.

Bäumer nihayet kampa ulaştığında askerleri kutlama yaparken bulur. Biri ona yaklaşır ve bağırır: “Şişko domuzlar [ordunun genelkurmayı] akıllandı. Sonunda müzakere ediyorlar. Yakında eve döneceğiz, asker.”

Ancak bu kritik sahnelerde, Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok filminin temel zayıflıkları da kendini gösteriyor. Romanda krater sahnesi bir sürecin, Bäumer'in şüphelerinin karmaşık gelişiminin doruk noktasıdır. Yeni filmde bunlar büyük ölçüde yok. Genç askerin, askerileştirilmiş Alman toplumuna derin yabancılaşmasının farkına vardığı ev izni bölümü kaldırılmış ve Bäumer’in derin bir merhamet hissettiği Rus savaş esirleriyle karşılaşması da çıkarılmış.

Genel olarak, tamamen “anlık” yaklaşım nedeniyle, genç askerlerin düşünceleri ve zihinsel yaşamları hakkında neredeyse hiçbir şey öğrenilmiyor. Remarque’ın kitabında savaşın dehşeti sadece siperlerin sefaletinde değil, gençlerin yaşadıklarıyla yüzleşmeye çalıştıkları sahnelerde de ortaya çıkar. Bäumer ölümcül bir hastalığı olan annesine cephede her şeyin yolunda olduğu yalanını söylediğinde ya da silah arkadaşı Kemmerich’in annesine onun ölümünü anlatmak zorunda kaldığında, okuyucu savaşın genç kuşakta açtığı derin psikolojik yaralarla yüzleşir.

Bäumer ve silah arkadaşlarını en çok zorlayan da tam olarak bu deneyimlerdir çünkü bunlar, cephedeki gerçeklikle doğrudan çelişen insanlığı çağrıştırırlar. “Bunlar, bize adaptasyonun her şeye rağmen yapay olduğunu gösteren tehlikeli anlardır. Bu, tehlikeli, bastırılmış, sanki aşırı ısınmış buhar kazanları gibi, bazen aniden patlar,” diye açıklıyor roman.

Berger’in Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok filmi, bu temel unsurları atlayarak sadece trajedisini ve derinliğini kaybetmekle kalmıyor. Askerler sadece savaşın kurbanlarına indirgeniyor çünkü romanın birçok sahnesinde var olan direnme yeteneği aktarılmıyor. Askerlerin diyalogları seyrek ve çoğu zaman anlaşılmaz bir şekilde iken, örneğin general sahneye uygun bir şekilde konuşuyor.

Berger bunu, askerlerin yaşadıkları dehşet karşısındaki suskunluklarını ifade etmek için bir araç olarak kullanıyor olabilir ki bu durumun da kitapta kesinlikle yeri var. Ancak savaşın anlamı ve saçmalığı, savaş propagandasının kofluğu, Fransız ve Alman işçilerin eşitliği gibi son derece önemli tartışmalar neredeyse tamamen atlandığında, ortaya dramatik bir şekilde farklı bir tablo çıkıyor.

Bu, en açık ifadesini Remarque’ın özgün eserinden muhtemelen en anlamlı değişiklikte buluyor. Kitap, Ekim 1918’de Bäumer’in Batı cephesinde “sakin bir günde” ölümüyle sona ererken ve en azından, bir ay sonra patlak verecek Alman devrimini ima ederken (“Barış yoksa devrim vardır”), Berger filminin finalini 11 Kasım’a, ateşkesin yürürlüğe girdiği güne kaydırıyor.

Hayali General Friedrichs, ateşkesin yürürlüğe girmesine 15 dakika kala, çoktan ateşkesi kutlamaya başlayan askerleri umutsuz bir son çatışmaya gönderir. Birkaçı bunu reddeder ve vurulur ama büyük kitle kayıtsız ve bitkin bir şekilde siperlere geri döner. Bäumer yine cephenin vahşi çılgınlığına kapılır, aslında artık savaşmak istemeyen Fransızları vurup öldürür ve şiddetli göğüs göğüse çarpışmalara girer. Ateşkese saniyeler kala sırtından bıçaklanır.

Bu sahneyle, zayıf iradeli ve itaatkâr ölüm makinesi imajı uç noktalara taşınıyor ve genel olarak kötümser ve umutsuz bir bakış açısı benimseniyor. Bu sadece saçma ve olasılık dışı gelmiyor, aynı zamanda savaşın gerçekliğini de yansıtmıyor. Filmde gösterilene benzer bu tür bir sahne Batı Cephesi’nde yaşanmamıştır. Sadece bu da değil, Alman Donanma Komutanlığı ateşkesten kısa bir süre önce son bir taarruzla barış görüşmelerini sabote etmeye çalışınca, denizciler isyan ederek Kasım Devrimi’ni tetiklemiş, bu süreçte ülke çapında işçi ve asker konseyleri kurulmuş, Kayser kovulmuş ve savaş sona ermiştir.

Roman aynı zamanda devrimin sadece ipuçlarını vermekte, bu olasılığı Alman birliklerinin “düşmanla” dostluğu ve askerlerin direnme kabiliyeti üzerinden düşündürmektedir. Remarque, sıradan askerler arasında savaşa karşı temelde düşmanca bir tutum olduğunu gösterir. Kendilerini yersiz hissederler, militarizmi ve onun nefret edilen temsilcilerini (eğitici Himmelstoss ve bar müdavimlerinin masasında dünyayı fetheden Kantorek gibi yurtsever akademisyenleri) reddederler. Askerler, askerleri denetleyen “saha jandarması” ve “ikmal subayları”nı hor görürler ve acı bir şekilde şu yorumu yaparlar: “Almanya’daki fabrika sahipleri zengin oldular, bizim bağırsaklarımız ise dizanteriden mahvoluyor.”

Daniel Brühl, Matthias Erzberger rolünde [Photo by Netflix / Reiner Bajo]

Berger cephenin her tarafındaki isyancı gelişmeleri neredeyse tamamen silmiş. Filmin ana bölümünü kaydırdığı ayda, askerlerin firarını, emirleri reddetmesini ve generallerin giderek kontrolü kaybetmesini kısa bir yorum dışında işlemez. Bunun yerine, genelkurmayın çantacısı olarak gösterilen ancak savaşın ve sonunun anlaşılmasına çok az katkıda bulunan merkezci politikacı Matthias Erzberger (Daniel Brühl) yönetimindeki barış görüşmelerini ayrıntılı olarak ele alır.

Berger bu olay örgüsü unsurunu “geleceğe ışık tutmak” istediğini açıklayarak gerekçelendirir. O “gelecek”te Erzberger’in ateşkesi imzalamasını kullanan militaristler, arkadan bıçaklanma efsanesini yayarak ideolojik olarak İkinci Dünya Savaşı’na zemin hazırlarlar.

Ancak bu gelişme hiç de dosdoğru değildi. Birinci Dünya Savaşı sadece Hitler’in kuvvetlerinin çoğunun içinden çıktığı aşırı sağcı Freikorps’a ve gericiliğe değil, aynı zamanda devrime ve işçi sınıfında derin bir anti-militarist düşünceye de yol açmıştı. Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok’un ortaya çıkışı, savaşın yıkımını acımasızca belgelemesiyle aslında bu tutumu körüklemişti.

Yeni film savaşın dehşetini elle tutulur hale getirmeyi de başarıyor. İzleyicinin hafızasına haftalarca kazınıyor ve günümüzde savaş çığırtkanlığının arttığı bir ortamda böylesi bir felaketin nasıl önlenebileceği sorusu insanın kafasını kurcalıyor. İşte tam da bu yüzden filmin kasvetli görünümü ve gerçek toplumsal çelişkileri yok etmesi çok yazık.

Yine de Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok, yeni bir nesle emperyalist kıyımın nedenlerini araştırmaları ve dünyayı Üçüncü Dünya Savaşı ile tehdit eden güçlere karşı çıkmaları için ilham verecektir. Onları, medya ofislerinde ve üniversite kürsülerinde bugünün Himmelstösses ve Kantoreks’lerini reddetmeye ve savaşa karşı uluslararası bir harekete katılmaya teşvik edecektir.

Bugün de yeni bir barbarlık patlamasını önlemenin tek yolu uluslararası işçi sınıfının seferber edilmesidir. Toplumsal Eşitlik İçin Uluslararası Gençlik ve Öğrenciler’in (IYSSE) Ukrayna savaşına karşı uluslararası çevrimiçi toplantı çağrısı yapan açıklamasında belirttiği gibi: “Savaş, egemen sınıfa ve onun hükümetlerine yönelik çağrılar ve protestolar yoluyla değil, uluslararası işçi sınıfının siyasi seferberliğiyle durdurulabilir.”

18 Kasım 2022

Loading