Perspektif

Biden’ın yaşı ve yeterliği üzerine koparılan yaygaranın ortasında: Demokratik Parti krizindeki asıl meseleler

ABD Başkanı Joe Biden’ın gizli belgeleri elinde tutmasıyla ilgili özel danışman raporunun ardından Demokratik Parti’de patlak veren kriz, tüm Amerikan siyasi sisteminde yaşanan çok daha derin bir krizin tezahürüdür.

Başkan Joe Biden, 9 Şubat 2024 Cuma günü Washington'da Beyaz Saray Oval Ofis'te. [AP Photo/Andrew Harnik]

Başkan, Beyaz Saray’daki yardımcıları, Başkan Yardımcısı Kamala Harris ve Kongre’nin önde gelen Demokratları, özel danışman Robert Hur’a ateş püskürdüler. Hur’un, hiçbir jüri “sempatik, iyi niyetli, hafızası zayıf, yaşlı bir adamı” mahkum etmeyeceği için Biden’ın yargılanmasını önermediği biçimindeki iddiasını kınadılar.

Hur, Biden’ın kendi başsavcısı Merrick Garland tarafından atanmış olmasına rağmen Demokratlar Hur’un raporuna, siyasi amaçlı ve partizan bir Cumhuriyetçinin ürünü olarak saldırdı. Ancak bu tür iddialar konuyla tamamen alakasızdır. Öncelikle, Hur’un raporu yıkıcı bir etki yarattı, çünkü Biden’a ilişkin tanımlaması çok açık bir şekilde doğruydu.

ABD başkanı her geçen gün daha yaşlı görünen bir adam. Ağır adımlarla yürüyor, el kol hareketleri ağır, konuşurken sık sık dikkati dağılıyor ve hedefini şaşırıyor; gençliğinde üstesinden gelmek zorunda kaldığı kekemeliğin bir kalıntısı olarak, görmezden gelinemeyecek dil sürçmeleri ve hatalar yapıyor. Biden ilk kez 1972’de ABD Senatosu’na seçilmesinden bu yana, 50 yılı aşkın bir süredir kapitalist devletin en üst kademelerinde yoğun siyasi faaliyetlerde bulundu ve kendisinin yaşadığı yıpranma herkes tarafından görülebiliyor.

Hur’un raporu Demokratik Parti’deki krizi yaratmamış, sadece yüzeye çıkarmıştır.

Bunun altında yatan nedenler arasında Biden-Harris yönetiminin yaygın olarak gözden düşmesi de yer almaktadır. Bunun sebebi, her şeyden önce, Ukrayna ve Gazze Şeridi’ndeki emperyalist savaşa olan sarsılmaz bağlılığının yanı sıra, emekçilerin ve özellikle de genç neslin yaşam koşullarının kötüleşmeye devam etmesidir: düşen reel ücretler, hızla artan üniversite eğitimi borçları, yaygın polis şiddeti ve demokratik haklara yönelik saldırılar.

ABD egemen seçkinlerinin önemli bir bölümü, mevcut gidişatıyla 2024 seçimlerinin Trump’ın Beyaz Saray’a dönmesiyle sonuçlanacağından korkuyor. Endişeleri Trump’ın demokrasiye yönelik bir tehdit olması değil. Mali aristokrasi dünyanın her yerinde diktatörlük rejimlerinden yararlanma konusunda bolca deneyime sahip. Asıl endişeleri, seçilmesinin dış politikadaki olası sonuçlarıdır. Eski başkan bu alanda dengesiz ve fevri olarak görülüyor.

Trump, Cumartesi gecesi Güney Carolina’da düzenlenen bir kampanya mitinginde, orduya çok az harcama yapan NATO ülkelerini kınadığı ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in güçlerini onlarla “ne halt etmek istiyorlarsa” yapmaları için cesaretlendireceğini ima ettiği sözleriyle bu konudaki endişeleri daha da arttırdı. Trump’ın Cumhuriyetçi Parti içindeki etkisi, Biden’ın Ukrayna’ya 60 milyar dolarlık ek askeri yardım önerisinin Senato’dan geçmesine rağmen Cumhuriyetçilerin kontrolündeki Temsilciler Meclisi’nde engellenmesiyle şimdiden bir çıkmaza neden oldu. Faşist eski başkan elbette pasifist değildir ancak daha çok Çin’e ve ticaretle dış politikada tamamen ekonomik bir yaklaşıma odaklanmış durumda.

Bu durum Biden yönetiminin, Demokratik Parti’nin, Wall Street’in ve ordu-istihbarat aygıtının Ukrayna’daki ABD-NATO vekalet savaşında Rusya’yı kesin bir yenilgiye uğratmak olan ana hedefini kesintiye uğratmaktadır. 2014’te neo-Nazi güçlerin öncülüğünde ABD destekli bir darbeyle iktidara getirilen Ukrayna rejimi şimdi bir bozgunla karşı karşıya bulunuyor. Sonbahara kadar uzayan 2023 “bahar taarruzu”, 100.000’den fazla Ukrayna askerinin katledilmesinden başka bir sonuç getirmedi. Geçtiğimiz hafta Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy’nin, en üst düzey askeri komutan General Valeriy Zalujniy’i görevden almasıyla rejimdeki siyasi kriz su yüzüne çıktı.

Büyük sermaye basınında yer alan bazı başyazılarda Biden’ın 2024 seçimlerinde adaylıktan çekileceğini açıklayarak geri adım atacağı umudu dile getirildi. 1968 yılıyla karşılaştırmalar yapıldı. O yıl, sevilmeyen bir başka Demokrat başkan olan Lyndon Johnson, 31 Mart’ta tekrar aday olmayacağını, bunun yerine görev süresinin geri kalanını Vietnam’daki savaşı denetlemeye ayıracağını açıklamıştı.

Bu paralellik, ABD’deki siyasi krizin bazen tuhaf ve tesadüfi yönlerinin ötesinde daha derin nedenlerine işaret ettiği için pek çok açıdan yerindedir. Johnson gibi, Biden’ın siyasi çöküşü de halk tarafından hiç desteklenmeyen bir savaştan kaynaklanmaktadır. Johnson’ın sonunu getiren şey, Ocak 1968’in sonlarında başlayan ve Beyaz Saray’ın, Pentagon’un ve şirket medyasının Vietnam halkına karşı yürütülen karşıdevrimci savaşta istikrarlı bir ilerleme kaydedildiğine dair yalanlarını boşa çıkaran Tet Taarruzu olmuştu.

Biden yönetimini ve bir bütün olarak egemen sınıfı sarsan şey, Ukrayna’daki askeri/politik bozgun ve Gazze’deki ABD destekli İsrail soykırımına karşı dünya çapında oluşan halk tepkisidir. ABD’de özellikle gençler tarafından gerçekleştirilen kitlesel protestolar, ABD egemen seçkinlerinin politikaları ile Amerikan halkının büyük çoğunluğunun demokratik ve insani duyguları arasındaki uçurumu gözler önüne sermiştir.

Bu krizin 1968’e benzetilmesinden çıkarılabilecek başka sonuçlar da var. Johnson’ın çekilmesi, Amerika’da iki suikast (Martin Luther King Jr. ve Robert F. Kennedy), kentsel isyanlarla dolu bir yaz, Chicago’daki Demokratik Parti Ulusal Kurultay’ındaki kaos, buna eşlik eden yaygın polis şiddeti, nihayetinde daha önceki bir başkanlık kampanyasında yenilmiş ve çok nefret edilen bir siyasi figür olan Cumhuriyetçi Richard Nixon’ın zaferiyle sonuçlanan muazzam bir siyasi çalkantının sadece başlangıcıydı.

Önümüzde uzanan sarsıntıların kesin seyrini belirlemek mümkün değil. Ancak Amerikan siyasi sisteminin ölümcül bir kriz içinde olduğu açık. Demokratik ve Cumhuriyetçi partilerin iki muhtemel adayı, Biden ve Trump, geniş kitleler tarafından tutulmuyor. Sundukları seçenek, Demokratlarla Üçüncü Dünya Savaşı ve Cumhuriyetçilerle faşist diktatörlük (her ne kadar bunlar birbirini dışlamasa da), bir seçenek değildir. Demokratların kırılganlığı ve şaşkınlığı ile Cumhuriyetçilerin şiddetli deliliği, hem temsil ettikleri hem de savundukları kapitalist sistemin kemikleşmiş karakterinin sembolleridir.

Ancak Troçki’nin bir asır önce uyardığı gibi, kapitalizmin nihai krizi, ekonomik, siyasi ve ahlaki olarak tamamen iflas ettiği için, egemen sınıfın tarih sahnesinden kendi isteğiyle çekilmesi anlamına gelmez. İşçi sınıfı bir alternatif sunmalıdır. Bu, işçi sınıfının devrimci partisi Sosyalist Eşitlik Partisi’nin inşası yoluyla, 2024 seçimlerinde ve daha genel olarak sınıf mücadelesinde emekçiler için bağımsız bir siyasi yol uğruna mücadele etmek demektir.

Loading