Perspektif

Trump’ın NATO üyelerine desteğini çekme tehdidinin ardından Avrupa hükümetleri devasa askeri takviye talebinde bulunuyor

Almanya Savunma Bakanı Boris Pistorius (sağda), 1 Şubat 2023 Çarşamba günü Almanya'nın Augustdorf kentindeki Mareşal Rommel Kışlası'nda bulunan 203 numaralı Bundeswehr tank taburunu ziyareti sırasında askerlerle konuşuyor. [AP Photo/Martin Meissner]

Donald Trump’ın silahlanma için yeterince harcama yapmayan NATO ülkelerinden ABD askeri korumasını çekme tehditlerine Avrupalı güçler gerçek bir savaş histerisiyle karşılık verdiler. Talepler askeri özerklikten, bağımsız bir Avrupa nükleer silah sisteminin geliştirilmesine kadar uzanıyor.

Trump bir seçim kampanyası etkinliği sırasında yaptığı açıklamada, başkan olarak, gayrisafi yurtiçi hasılalarının en az yüzde 2’sini orduya yatırmayan NATO üyelerine, bir Rus saldırısı durumunda yardım etmeyeceğini söyledi. Hatta “Rusya’yı ne isterlerse yapmaları için cesaretlendireceğim,” diye de ekledi.

Avrupalı hükümetler bu yorumlara, silahlanmalarını daha da hızlandırarak ve Ukrayna’da zaten bir vekalet savaşı yürüttükleri Rusya’ya karşı nükleer savaşa hazırlanarak yanıt verdiler.

Başta Almanya olmak üzere Avrupa’nın önde gelen güçleri on yılı aşkın bir süredir “büyük güçler”e karşı savaşa hazırlanmak üzere bir askeri yeniden silahlanma programı yürütüyordu.

Ancak Trump’ın yorumlarına yanıt olarak, Avrupalı politikacılar bunun daha da ileri götürülmesini talep ederek, tüm ekonominin askerileştirilmesini, zorunlu askerliğin getirilmesini ve şimdi de bir Avrupa nükleer silahı olasılığını açıkça gündeme getirdiler.

Bu, işçi sınıfına karşı savaş, devlet baskısı ve aşırı sağcı gericilik için bir formüldür. Demokratik bir şekilde uygulanamaz. Bu, Gazze’deki soykırıma karşı protestolarda şimdiden kendini gösteren emperyalizme karşı kitlesel direnişle bağlantılı olarak, sınıf mücadelesinin yoğunlaşmasına neden olacaktır.

Almanya Maliye Bakanı ve Hür Demokratik Parti lideri Christian Lindner, Frankfurter Allgemeine Zeitung için kaleme aldığı misafir yazar makalesinde, Almanya’yı tarihinde ilk kez nükleer bir güç haline getirecek ortak Avrupa nükleer silahlarının geliştirilmesi çağrısında bulundu. Bugüne kadar Alman topraklarında sadece ABD nükleer silah depoladı ve bunların kullanımına ABD hükümeti karar veriyor.

Lindner, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un, Fransa ve Britanya’nın stratejik nükleer güçlerini bir Avrupa nükleer cephaneliğinin temeli haline getirmek de dahil olmak üzere, işbirliği tekliflerine yanıt vermeyi önerdi.

Lindner aynı zamanda bunun, militarizmin bedelini ödemek zorunda olan işçi sınıfına karşı bir savaş ilanıyla bağlantılı olduğunu açıkça ortaya koyarak, “Geçmişin ‘barış getirisi’ özellikle refah devletini genişletmek için kullanıldı,” diye yazdı. “Şimdi ‘özgürlük yatırımı’ döneminin başındayız, bu nedenle bir yön değişikliği gerekli.”

Avrupa Parlamentosu Başkan Yardımcısı ve Avrupa seçimlerinde Alman Sosyal Demokratların liste başı adayı Katarina Barley ve Avrupa Parlamentosu’ndaki muhafazakar grubun Alman lideri Manfred Weber de bağımsız Avrupa nükleer silahlarının geliştirilmesi konusunu ele aldı. Tagesspiegel’e konuşan Barley, “Avrupa ordusuna giden yolda bu da bir konu haline gelebilir,” dedi.

Polonya Başbakanı Donald Tusk göreve başlamasının ardından yaptığı ilk Paris ziyareti sırasında Avrupa’daki siyasetçileri ve toplumları uyanmaya çağırdı. Tusk, Avrupa’nın ortak bir savunma politikasına ihtiyacı olduğunu ve güçlü bir kıta haline gelmesi gerektiğini savundu. Daha sonra Berlin’e yaptığı ziyaret sırasında Tusk, Macron’un Fransız nükleer silahlarını Avrupalılaştırma teklifinin “gerçekten ciddiye alınması” gerektiğini söyledi. Tusk “Avrupa Birliği’nin askeri açıdan Rusya’dan daha zayıf olması için hiçbir neden yok,” dedi.

Diğerleri ise, Rusya’nın nükleer silahlar alanındaki üstünlüğü göz önüne alındığında (Rusya’nın yaklaşık 6.000 nükleer savaş başlığı varken, Britanya ve Fransa’nın toplamda yaklaşık 500 nükleer savaş başlığı var), bağımsız bir Avrupa nükleer cephaneliği konusunu bu kadar açık bir şekilde gündeme getirmenin taktiksel açıdan akıllıca olmadığını düşünüyor ve bunun yerine ilk adım olarak konvansiyonel silahlanmanın hızlandırılması için bastırıyor.

Özellikle de Amerika’nın Avrupa’ya yönelik nükleer şemsiyesinin Trump kampının strateji belgelerinde henüz sorgulanmayan tek şey olması nedeniyle, NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg NATO’nun nükleer caydırıcılığının güvenilirliğine zarar verilmemesi konusunda uyarıda bulundu. Almanya Savunma Bakanı Boris Pistorius da nükleer tartışmayı “şu anda ihtiyacımız olan son şey” olarak tanımladı ve bu “başlatılmaması gereken karmaşık bir tartışma,” dedi.

Ancak bunlar taktiksel farklılıklardır. Yeniden silahlanma, savaş ve sınıf savaşı konularında tüm Avrupa egemen sınıfı hemfikirdir. Dün Brüksel’de gerçekleşen NATO savunma bakanları toplantısı sırasında Pistorius, Almanya’nın NATO’da öncü bir rol oynadığını ve Avrupa’nın savunmasında “omurga” ve “lojistik merkez” haline geldiğini iddia etti. Pistorius, ülkesinin ilk kez askeri harcamalarda yüzde 2’lik hedefi aşmış olmasıyla övündü. Almanya önümüzdeki yıldan itibaren ittifaka 35.000 konuşlandırılabilir askerin yanı sıra 200 uçak ve savaş gemisi sağlayacak.

Diğer Avrupalı NATO üyeleri de askeri harcamalarını arttırmaktadır. Şu anda 31 üyeden 18’i yüzde 2 hedefine ulaşmış durumda. On yıl önce sadece üçü bunu başarmıştı. Ve bu sadece bir başlangıç. Avrupa silah endüstrisi de yeniden büyük ölçekte mühimmat ve silah üretebilmek için büyük ölçüde genişletiliyor.

AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen bu ayın sonunda Avrupa savunma sanayisini vergi mükelleflerinin milyarlarca avroluk parasıyla desteklemek ve sınır ötesi güçleri birleştirmek için bir plan sunmayı planlıyor.

Trump’ın tehditleri sadece yeniden silahlanma sarmalının daha da tırmanması için bir tetikleyici işlevi görüyor. Bu nedenle bazı yorumlarda Trump’ın açıklamaları bir “uyanış çağrısı” olarak karşılandı. Örneğin, Alman Springer yayınevine ait Politico, “Donald Trump Avrupa’ya bir iyilik yaptı” başlığı altında sinik bir makale yayımladı: “Trump’ın şimşekleri, Avrupa’nın stratejik pusulasını yeniden odaklamasına yardımcı olmalı.”

Britanya’da yayımlanan International Affairs dergisi ise Trump’ın yorumlarını “Avrupa liderleri ve özellikle de Berlin, Londra ve Paris’tekiler için bir uyanış çağrısı... Eğer Donald Trump da Avrupalı liderleri Avrupa’yı savunmak için bir araya getiremeyecekse, gerçekten çok az umut var demektir,” şeklinde yorumladı.

Avrupa’nın yeniden silahlanması sadece Rusya’ya karşı değildir. NATO’daki Avrupalı güçler hâlâ ABD ile yakın bir şekilde çalışsalar da, ekonomik ve jeopolitik olarak onunla rakiptir. Her iki taraf da Trump’ın başkanlığı döneminde birbirlerine karşı ticaret savaşı önlemleri uygulamış ve bu önlemler Biden döneminde hiçbir zaman tamamen kaldırılmamıştır. Avrupalı güçlerin kendi aralarında da şiddetli gerilimler yaşanıyor.

Başını eski Dışişleri Bakanı ve şimdiki Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier ve eski Savunma Bakanı Ursula von der Leyen’in çektiği önde gelen Alman siyasetçiler, 10 yıl önce Almanya’nın “askeri kısıtlamalardan” vazgeçmesini, Avrupa’nın lider gücü olmasını ve yeniden dünya çapında ekonomik ağırlığına uygun bir siyasi ve askeri rol oynamasını talep etmişlerdi. Aynı yıl, Ukrayna’da Rusya’ya karşı ABD-NATO savaşının yolunu açan Kiev’deki sağcı darbeyi desteklediler. ABD, AB ve üye devletleri bu savaşı yüz milyarlarca dolar ile finanse etmiş ve askeri olarak yönetmişlerdir.

Askeri ve nükleer özerklik çağrısı, ABD’nin yanı sıra Avrupalı güçlerin de emperyalist hedeflerine ulaşmak için -Avrupa’yı yıkıma uğratacak ve insanlığın varlığını tehdit edecek bir nükleer savaş da dahil- hiçbir şeyden kaçınmayacaklarını göstermektedir. Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında olduğu gibi onları harekete geçiren şey, kapitalist sistemin çözümsüz krizidir. Onlar bu krizi, dünyayı zorla yeniden paylaşarak ve kendi işçi sınıflarına savaş açarak çözmeye çalışmaktadır.

İsmen “sol” olanlar da dahil olmak üzere tüm burjuva partileri ve sendikalar tarafından desteklenen savaşı durdurmanın tek bir yolu var: Avrupa, Amerika ve uluslararası işçi sınıfının sosyal kesintilere, diktatörlüğe ve savaşa karşı mücadelede birleştirilmesi ve bağımsız olarak seferber edilmesi. Bu mücadele kapitalizmin yıkılmasını hedefleyen sosyalist bir programa dayanmalıdır. Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi ve şubeleri tarafından savunulan program budur.

Loading