Münih Savaş Konferansı

Münih Güvenlik Konferansı’nın (MSC) orijinal sloganı olan “Diyalog yoluyla barış” her zaman bir aldatmacadan ibaret olmuştur. Geçtiğimiz hafta sonu 60. kez düzenlenen ve dünyanın dört bir yanından siyaset, ordu, istihbarat servisleri ve savunma sanayinden üst düzey temsilcilerin bir araya geldiği bu toplantı her zaman entrikaların, komploların ve savaş hazırlıklarının yuvası olmuştur.

Kameralar önünde yapılan konuşmalar ve tartışmalar daha çok propaganda amaçlıdır, konferansın asıl çalışmaları ise arka odalarda gerçekleşir. Yüz yüze buluşmak, başka türlü yapılması zor olan tartışmaları ve anlaşmaları kolaylaştırır.

Bu yıl Münih’te düzenlenen toplantı önceki tüm toplantılardan daha ileri giderek, doğrudan ve derhal, sürmekte olan savaşların şiddetlenmesine hizmet etti. “Diyalog yoluyla barış” ile değil, rakibi şeytanlaştırmak ve askeri tırmanışı teşvik etmekle ilgilendi.

NATO’nun şu andaki iki ana düşmanı olan Rusya ve İran konferansa davet bile edilmedi. Çin’den bir heyet geldi ve Çin dışişleri bakanı Amerikan dışişleri bakanı ile görüştü ancak bu bir sonraki askeri tırmanıştan önce sahayı incelemek içindi.

Konferansa umutsuzluk ve acı dolu bir hava hakimdi. Katılımcılar, iki yılın ve yüz binlerce ölümün ardından çıkmaza giren Ukrayna savaşının yıkıcı gidişatına ve Gazze’deki Filistinlilere yönelik soykırıma karşı artan küresel öfkeye, kollarını sıvayarak, daha da fazla silahlanarak ve nükleer bir savaşa hazırlanarak tepki verdiler.

İsrail Cumhurbaşkanı Izchak Herzog (solda) ve Almanya Şansölyesi Olaf Scholz (sağda), 17 Şubat 2024 tarihinde Almanya'nın Münih kentinde düzenlenen Münih Güvenlik Konferansı'nda el sıkışırken. [AP Photo/Sven Hoppe]

Konferansın resmi sloganı, “Kazan-Kazan”ın tam tersi olan “Kaybet-Kaybet” idi - silahlanma yarışında ve genişleyen savaşlarda sadece kaybedenlerin olabileceğinin açık bir itirafı. Frankfurter Allgemeine Zeitung “Kaybet-kaybet, çıkış yolu olmayan bir durumdur. Münih’te bazı şeyler böyle görünüyor” yorumunda bulundu. Münchner Merkur ise şöyle yazdı: “Batı hiç, 2024 Güvenlik Konferansı’ndaki kadar güvensiz, hatta çaresiz olmamıştı.”

New York Times’ın uzun süredir muhabirliğini yapan David E. Sanger ve Steven Erlanger, konferanstaki atmosferi şu şekilde betimliyordu:

Münih’te, liderler beklemedikleri yüzleşmelerle karşı karşıya kaldıkça, ruh halleri hem endişeli hem de belirsizdi. Putin’in olası hamlelerine ilişkin uyarılar, Avrupa’nın 75 yıldır savunma stratejisinin merkezinde yer alan tek güç olan ABD tarafından yakında terk edilebileceğine ilişkin artan endişelerle karıştı.

Rusya’ya karşı savaşın tırmandırılması

2007 yılında Devlet Başkanı Vladimir Putin Münih’e bizzat giderek ABD ve NATO’yu güç kullanarak dünya hakimiyeti kurma çabalarına devam etmemeleri konusunda uyarmıştı. Özellikle “kışkırtıcı bir etmen” olarak tanımladığı NATO’nun doğuya doğru genişlemesine karşı çıkmış ve Sovyetler Birliği’nin dağılmadan önce aldığı garantileri hatırlatmıştı.

NATO bunu görmezden gelmekle kalmadı, doğuya doğru genişlemesini hızlandırdı. Şubat 2014’te Washington ve Berlin, Rusya ile 2.000 kilometrelik bir sınırı paylaşan Ukrayna’da kendilerine bağımlı bir rejimin iktidara gelmesine yardımcı oldu ve ülkeyi sistematik olarak silahlandırmaya başladı. Moskova buna Şubat 2022’de Ukrayna’da askeri bir saldırıyla karşılık verdi.

Batılı güçler o tarihten bu yana Ukrayna’yı 250 milyar avro ile desteklemiş olsa da savaş çıkmaza girmiş durumda. Ukrayna ordusunun ilk askeri başarıları 2023 Münih Güvenlik Konferansı’nda kutlanıyordu; oysa ordu şu anda savunmada. Konferansın başında, Ukrayna’nın şiddetli çatışmalara sahne olan Avdiyevka kentinden çekildiği haberi geldi ki bu ciddi bir yenilgiydi.

Buna ek olarak, şimdiye kadar piyon olarak kullanılan 500.000 kadar Ukraynalı askerin yerini doldurmakta giderek artan zorlukların yanı sıra ABD’li Cumhuriyetçilerin fonları bloke etmesi ve Avrupalıların kısa vadede kendi üretimlerini arttıramamaları nedeniyle mühimmat eksikliği söz konusudur.

Konferanstan birkaç gün önce Cumhuriyetçi başkan adayı Donald Trump, orduya yeterli yatırım yapmayan Avrupa devletlerinden Amerikan desteğini çekme ve “Putin’i bu müttefiklerle ne isterse yapmaya teşvik etme” tehdidinde bulundu.

Die Zeit şu soruyu sordu: “Avrupa yakında kendini Amerikan korumasından yoksun mu bulacak, ya da artık kimsenin ciddiye almadığı bir destek vaadiyle mi karşılaşacak?”

Münih Güvenlik Konferansı bu krize bir geri çekilmeyle değil, daha fazla askeri tırmanma ile tepki verdi. Putin, son olarak ABD’li sağcı sunucu Tucker Carlson’a verdiği röportajda olmak üzere, defalarca müzakere etmeye istekli olduğunun sinyalini vermiş olsa da, böyle bir çözüm dikkate alınmadı. Nükleer bir güç olan Rusya’nın askeri yenilgiye uğratılmadan savaşın sona erdirilmesi düşüncesi bile NATO çevrelerinde artık ihanet olarak değerlendirilmektedir.

Konferans, kocası Aleksey Navalnıy’in ölümünü üç saat önce öğrenen Yulia Navalnaya’nın aniden ortaya çıkmasıyla başladı. Navalnıy’in ölümü ya da ölüm nedeni henüz doğrulanmamış olmasına rağmen, Navalnaya, toplanmış olan hükümet başkanları ve askeri liderler tarafından dakikalarca ayakta alkışlandı.

Navalnaya, “Putin’in, tüm çevresinin, Putin’in dostlarının ve hükümetinin ülkemize, aileme ve eşime yaptıklarının sorumluluğunu taşıyacaklarını bilmelerini istiyorum,” diye bağırdı. “Dünyayı kötülükle savaşmaya çağırıyorum,” dedi.

Konferanstan sonra bir videoda kocasının yerini alacağını ve onun siyasi çalışmalarına devam edeceğini duyurdu. Görünüşe göre, daha önce hep reddettiği bu adımı atması için Münih’te ikna edilmişti.

Zelenskiy ve Scholz Putin’i suçluyor

Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy ise konuşmasının büyük bir bölümünü Vladimir Putin’i suçlamaya ayırdı. Rusya devlet başkanını Navalnıy’in öldürülmesinden sorumlu tutan Zelenskiy, Putin için sadece iki seçenek olduğunu söyledi: Lahey’deki Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde yargılanmak ya da suç ortaklarından biri tarafından öldürülmek.

Zelenskiy Putin’i tüm Avrupa’yı ve diğer pek çok ülkeyi tehdit etmekle suçladı. Rusya’nın iki yıl önce Ukrayna’yı istila etmesinin, bildiğimiz dünyanın sonu anlamına geldiğini söyledi. 2024 yılı, kurallara dayalı dünya düzeninin yeniden tesis edilmesi gereken bir yıldı.

Zelenskiy’nin konuşması daha fazla askeri yardım ve yaptırım çağrısıyla son buldu. Dinleyicilerini Vladimir Putin’in yenilgiye uğraması halinde olabileceklerden korkmamaya, başka bir deyişle olası bir nükleer savaştan korkmamaya çağırdı.

Almanya Başbakanı Olaf Scholz da aynı şekilde konuşmasını Ukrayna’daki savaşa odakladı ve Rusya devlet başkanına sert bir şekilde saldırdı. Scholz, en ufak bir kanıt olmaksızın “Navalnıy’in öldürüldüğü benim için çok açık” iddiasında bulundu. Savaşın başlamasından iki yıl sonra herkesin şunu sorması gerektiğini belirtti: “Putin’i uyarmak için yeterince şey yapıyor muyuz?” Scholz “Uzun soluklu bir mücadelenin içindeyiz,” diye de ekledi.

Şansölye, Ukrayna’da bir Rus zaferinin “özgür, bağımsız ve demokratik bir devlet olarak Ukrayna’nın sonu ve Avrupa barış düzeninin yıkımı” anlamına geleceğini söyledi. “Bu durumda ödemek zorunda kalacağımız siyasi ve mali bedel, bugün ve gelecekte Ukrayna’ya verdiğimiz desteğin tüm maliyetinden kat be kat fazla olacaktır,” dedi.

Scholz, AB ve üye devletlerinin bugüne kadar yaklaşık 90 milyar avro sağladığını ve 50 milyar avro daha sağlamayı kabul ettiğini gururla belirtti. Almanya tek başına 28 milyar avro askeri destek sağlamış ya da taahhüt etmişti. Para başka alanlarda eksik olsa da, “Güvenlik olmadan diğer her şey bir hiçtir,” diyordu Scholz.

Güvenlik konferansından hemen önce Scholz ve Zelenskiy Berlin’de Ukrayna’nın NATO’ya kabulüne kadar daimi askeri desteği garanti eden ikili bir güvenlik anlaşması imzaladılar. Scholz, “Bu belgenin önemi abartılamaz,” diye vurguladı.

Federal Almanya Cumhuriyeti ilk kez bu şekilde garantör devlet olarak hareket ediyor. Anlaşma diğer hususların yanı sıra silah tedarikini, Ukraynalı askerlerin eğitimini ve mayın temizleme ve yeniden inşa çalışmalarına destek verilmesini öngörüyor. Bir ateşkesin ardından savaşın yeniden patlak vermesi halinde Alman hükümeti 24 saat içinde hızlı ve etkili askeri destek konusunu da görüşeceğini taahhüt ediyor.

Zelenskiy, Münih’e gelmeyen Fransa Cumhurbaşkanı Macron ile de Paris’te benzer bir anlaşmaya varmıştı. Britanya ile de gizli bir ek bölüm içeren bir anlaşma zaten mevcut.

Gazze’deki soykırım

Güvenlik konferansının ikinci önemli konusu Ortadoğu’daki çatışmalardı. Burada, NATO güçlerinin temsilcileri Arap rejimlerini kendi egemenlikleri altındaki bölgenin yeniden düzenlenmesi planlarına dahil etmeye ve Filistinlilere yönelik soykırımın ortasında görünüşlerini kurtarmalarını sağlayacak gerekli formülleri geliştirmeye çalıştılar.

ABD, Almanya, Britanya, Fransa ve İtalya dışişleri bakanları Suudi Arabistan, Mısır, Ürdün, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri’nden mevkidaşlarıyla gizli görüşmeler için bir araya geldi. Görüşmelere Türkiye de dahil edildi.

Suudi dışişleri bakanının daha sonra bildirdiği üzere görüşmeler, bir Filistin devleti vaadi ve Filistin Yönetimi’nde reform karşılığında Suudi Arabistan ile İsrail arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesine odaklandı.

Münih’te bulunan İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog, Suudi Arabistan ile ilişkilerin normalleşmesini bölge için bir “ezber bozucu” olarak nitelendirdi. Ancak Herzog, “İsrail’in güvenliği meselesine gerçek çözümler bulamazsak Filistin devleti diye bir şey olmayacak,” diye de ekledi.

Başbakan Binyamin Netanyahu da yaptığı açıklamada “Filistinlilerle kalıcı bir anlaşmaya ilişkin her türlü uluslararası dayatmayı kesin bir dille reddettiğini” ifade etti.

Nükleer silahlar için çağrı

Scholz Münih’te yaptığı konuşmada dolaylı olarak Avrupa Birliği’nin nükleer bir güç olarak yükselişinden de bahsetti. Fransa ve Britanya ile “uzun menzilli hassas silahların” geliştirilmesi ve tanıtılması konusunda görüşmeler yapıldığından bahsetti.

Alman hükümetinin geçen yaz açıkladığı ulusal güvenlik stratejisinde orta menzilli silahların geliştirileceğinin belirtilmesi ve Scholz’un bunu nükleer güçler Fransa ve Birleşik Krallık’la ilişkilendirmesi, uzmanlara bu silahların nükleer başlık taşıma kapasitesine sahip olacağını düşündürüyor.

Geçtiğimiz haftalarda aralarında Hür Demokrat Parti (FDP) lideri ve Maliye Bakanı Christian Lindner, kısa süre önce vefat eden Hristiyan Demokrat Partili (CDU) siyasetçi Wolfgang Schäuble, eski Dışişleri Bakanı Joschka Fischer (Yeşiller) ve Avrupa milletvekilleri Manfred Weber (CSU) ve Katarina Barley’in (SPD) de bulunduğu Almanya’daki tüm düzen partilerinin temsilcileri bu yönde taleplerde bulundu.

Polonya hükümet başkanı Donald Tusk ve Airbus Group başkanı René Obermann da buna olumlu bakıyor.

Cumhurbaşkanı Macron’un önerdiği gibi Fransız nükleer cephaneliğinin tüm Avrupa için kullanılmasından bahsediliyor. Britanya’nın aksine Fransız nükleer silahları ABD’den tamamen bağımsız. Yaklaşık 300 savaş başlığından altmış dördü dört denizaltıda konuşlandırılmış durumda ve 6.000 kilometreye kadar menzile sahipler. Fransa nükleer silahlarla yok edilse bile fırlatılabiliyorlar ve bu nedenle özellikle etkili bir caydırıcı unsur olarak kabul ediliyorlar.

Silahlanma, Rusya’ya karşı savaşın finansmanı, Ukrayna’ya destek ve bir Avrupa nükleer gücünün geliştirilmesi çok büyük miktarlarda para yutuyor. Almanya’nın belirlenen tüm hedeflere ulaşabilmesi için GSYİH’nin yüzde 2’si yerine yüzde 4’ünü harcaması gerektiği hesaplanıyor. Bu, yılda 85 milyar avro daha ekleyerek savunma bütçesini iki katına çıkarmak anlamına geliyor ki bu meblağ da sosyal harcamalarda yapılacak kesintilerle karşılanacak.

Savaş çılgınlığı, sınıf mücadelesinin muazzam bir şekilde yoğunlaşmasıyla el ele gidiyor. Britanyalı tarihçi Tim Mason, 1930’larda Almanya’yı İkinci Dünya Savaşı’na sürükleyen dinamik hakkında şunları yazmıştı:

Bu diktatörlük ve silahlanma eliyle üretilmiş yapısal gerilimler ve krizler rejiminin açık olduğu tek “çözüm”, daha fazla diktatörlük ve silahlanma, ondan sonra genişleme, sonra savaş ve terör, sonra yağma ve köleleştirme idi. Kesin ve hep var olan alternatif, çöküş ve kaostu ve bu yüzden, tüm çözümler geçici, telaşlı, zayıf işlerdi; acımasız bir temanın etrafında gitgide daha barbarca doğaçlamalardı.

Bugün, kapitalizmin derin küresel krizi, kapitalizmi savunan hiçbir partinin kaçamayacağı aynı dinamiği harekete geçiriyor. 1980’lerin başında, orta menzilli Pershing II nükleer füzelerinin konuşlandırılmasına karşı kitlesel protestolar, Yeşillerin ortaya çıkışıyla doğrudan bağlantılıydı. Yeşiller, bugün nükleer bomba için en yüksek sesle çağrıda bulunuyor. Bu dinamiği ancak sömürüye ve savaşa karşı mücadeleyi kapitalizmi ortadan kaldırmaya yönelik sosyalist bir programla birleştiren bağımsız bir işçi sınıfı hareketi kırabilir.

Loading