1964 askeri darbesinin 60. yılı: DEUK’un Brezilya şubesini inşa edin!

31 Mart Pazar günü, Brezilya’da ABD emperyalizmi tarafından desteklenen ve 21 yıllık kanlı diktatörlüğü başlatan 1964 askeri darbesinin 60. yıldönümü idi. Mareşal Castello Branco liderliğindeki ordunun iktidarı ele geçirmesinin 60. yıldönümü, ülkede kırk yıl önce sivil bir rejimin kuruluşundan bu yana benzeri görülmemiş siyasi koşullar altında gerçekleşiyor.

Tanklar 2 Nisan 1964'te Rio de Janeiro'nun merkezini işgal ederken [Photo: Arquivo Nacional]

8 Ocak 2023’te eski Devlet Başkanı Jair Bolsonaro ve askeri komuta kademesinden bir grubun darbe planları, Brasilia’daki iktidar mevkilerine yapılan faşist saldırıyla doruğa ulaştı. Silahlı Kuvvetler’in bu darbe girişimine derinden dahil olduğu her geçen gün daha fazla açığa çıkmaktadır.

Medya, 1964 darbesinin yıldönümünden sadece iki hafta önce, eski Hava Kuvvetleri Komutanı General Carlos Baptista Júnior’un Federal Polis’e verdiği yeminli ifadeyi haber yaptı. Júnior, seçim yenilgisinin ardından Silahlı Kuvvetler komuta kademesinin Bolsonaro ile bir dizi toplantıya katıldığını, seçilmiş hükümetin göreve gelmesini engelleme ve Brezilya’da bir diktatörlük rejimi kurma planlarını açıkça tartıştıklarını itiraf etti.

Bu vahim siyasi koşullar altında, Luiz Inácio Lula da Silva’nın İşçi Partisi (PT) hükümeti 1964 darbesinin tarihsel ve siyasi önemini inkâr etmek ve askeri diktatörlüğün kurbanlarının anısını bastırmak için her türlü çabayı gösteriyor. Gizlemediği amacı, Silahlı Kuvvetler’in imajını hem 1964’ten 1980’lerin ortalarına kadar süren kanlı diktatörlük rejiminden hem de Bolsonaro’nun kişisel kaderine bakmaksınız devam eden mevcut darbe komplolarından ayırmaktır.

On yıl önce, yine PT’li dönemin Brezilya Devlet Başkanı Dilma Rousseff ulusal televizyonda yaptığı konuşmada darbenin anısına vurgu yapmış ve kurbanlardan Brezilya devleti adına özür dilenmesini emretmişti. O dönem Latin Amerika’nın “Pembe Dalga”sının, (yani 1960-1980’lerde bölgenin diktatörlüklerine karşı mücadele eden siyasi muhalefetle ilişkili partiler tarafından yönetilen sözde “ilerici” burjuva hükümetlerinin iktidarlarının) doruk noktasıydı.

Onun aksine bu yıl, tarihi yıldönümüyle ilgili ana manşetler, Lula’nın 60 yıl önceki olaylardan resmi olarak bahsedilmesini yasaklayan emirlerine odaklandı.

Gazeteci Kennedy Alencar ile 27 Şubat’ta yaptığı bir söyleşide Devlet Başkanı Lula, darbenin “tarihin bir parçası” olduğunu ilan etti. Şimdiki generallerin 1964’te “daha doğmamış olduklarını” söyledi. Lula’ya göre tartışılacak bir şey kalmamıştı, çünkü “halk bu ülkeyi demokratikleştirme hakkını çoktan kazandı” ve “sürekli bu konunun üzerinde durmak yerine tarihi nasıl ileriye taşıyacağımızı bilmeliyiz.”

Birkaç gün sonra PT hükümeti darbenin anısına düzenlenecek törenleri ve eski adalet bakanı Flávio Dino tarafından önerilen “hafıza ve demokrasi” müzesi kurma planını iptal ettiğini kamuoyuna duyurdu.

Lula’nın açıklamaları son olaylar ışığında dikkate değerdir. Burjuva PT hükümetinin bu konudaki tedirginliği, 1964 darbesinin derslerinin Brezilya ve uluslararası işçi sınıfı için yeniden önem kazanmasıyla doğru orantılıdır.

PT’nin kurucuları, 1985’te, askeri cuntanın düşmesiyle birlikte, Brezilya’da kapitalizmi ve burjuva devletini ortadan kaldırmadan istikrarlı bir demokrasi ve refah devleti kurmanın mümkün olduğuna dair gerici vaatlerde bulunmuşlardı. Ordunun 1964 rejimiyle bağlantılı siyasi güçlerle birlikte Brezilya’nın resmi siyasetinde yeniden ortaya çıkması, bu gerici vaatleri boşa çıkarmaktadır.

Aynı temel siyasi süreç tüm Latin Amerika’da gelişmektedir. “Pembe Dalga”nın demoralize olmuş partileri, son yıllarda iktidara geri döndükleri ülkelerde en sert kapitalist saldırıları uyguladılar ve faşizan güçlerin siyasi iktidara yükselmesinin önünü açtılar.

Bu durum, Peru’da ve Arjantin’de herkesin malumudur. Peru’da Devlet Başkanı Pedro Castillo’nun işçi sınıfı karşıtı saldırıları onun devrilmesini ve Dina Boluarte’nin polis devleti rejiminin dayatılmasını hazırladı; Arjantin’de ise Peroncu kemer sıkma hükümetine karşı isyanın ardından faşist Javier Milei seçildi.

Şili’de toplumsal eşitsizliğe karşı kitlesel muhalefetin patlamasını yatıştırmak için reformlar vaat ederek seçilen sahte solcu Gabriel Boric ve Stalinistlerin koalisyonunun hızla yıpranması, son anayasa oylamasında faşist Cumhuriyetçi Parti’yi ve diktatör Augusto Pinochet’nin destekçilerini güçlendirdi.

Ana seçim şiarı, sağlıklı bir demokratik rejim içinde siyasi bir sapma olarak tasvir edilen Bolsonaro’ya karşı burjuva düzeninin iflas etmiş partilerinin birleşmesi olan Lula hükümeti, Brezilya’nın kendisini nasıl yeni bir diktatörlük tehdidiyle karşı karşıya bulduğunu açıklayamıyor.

Brezilya’daki 31 Mart 1964 askeri darbesi

Brezilya İşçi Partisi’nden (PTB) Devlet Başkanı João Goulart’ın devrilmesi, savaş sonrası dönemde Brezilya kapitalizminin derin çelişkilerinden kaynaklanan ve Dördüncü Cumhuriyet olarak adlandırılan uzun süreli krizin doruk noktasıydı.

João Goulart (solda) ve Leonel Brizola [Photo: Arquivo Nacional]

Kendisini kapitalizmin milliyetçi bir reformcusu olarak sunan Goulart, çalkantılı görev süresinin iki yılında, çokuluslu şirketlerin yurt dışına kâr transferleri üzerinde çekingen kontroller uygulamaya koymuş ve tarım reformu ile konutlara kitlesel erişimi mümkün kılacak bir “kentsel reform” programını içeren bir dizi “temel reform” sözü vermişti. Goulart ayrıca “bağlantısız” bir dış politika izleyerek ABD’nin Küba’ya yönelik yaptırımlarına karşı çıkmış ve Brezilya Komünist Partisi’ni yasallaştırmayı taahhüt etmişti.

1964 darbesi, ordunun ülke siyasetine yaptığı bir dizi otoriter müdahalenin ardından Brezilya’da faşist bir askeri diktatörlüğü pekiştirdi. Savaş sonrası başkanlık rejiminin kendisi de 1945 yılında Getúlio Vargas’ın Estado Novo (Yeni Devlet) diktatörlüğünü deviren ve antikomünist General Eurico Gaspar Dutra’yı başkan seçen bir askeri darbe ile kurulmuştu.

1955 yılında ordu, Vargas’ın intiharıyla tetiklenen krizin ortasında Goulart’ın ilk kez başkan yardımcısı seçildiği Juscelino Kubitschek hükümetinin göreve başlamasını engellemeye çalıştı. 1961 yılında Devlet Başkanı Jânio Quadros’un istifasının ardından ikinci bir askeri darbe girişimi gerçekleşti. Bir kez daha başkan yardımcılığına seçilen Goulart, Çin’de diplomatik bir görevdeydi ve ancak yetkilerini elinden alan yarı başkanlık sistemini kabul ettikten sonra yemin edebildi. Brezilya’ya dönüşünde askeri isyancılar Goulart’ın uçağını ulusal hava sahasına girdiği sırada düşürmeye çalıştılar.

1962’de yapılan plebisitle devlet başkanının tam yetkileri iade edildi ve darbe planları yeniden alevlendi. Goulart liderliğindeki milliyetçiler, hükümetin ordu tarafından desteklendiği ve ABD emperyalizminin dış politikasının “demokratik doktrini” gibi yanılsamaları besleyerek yaklaşan askeri darbenin yolunu açtılar. Hiçbir şey gerçekleri örtemezdi.

ABD ablukasına SSCB ile ittifak kurarak karşılık veren Küba’daki Fidel Castro’nun radikal küçük burjuva milliyetçi rejiminin yolunun diğer Latin Amerika ülkeleri tarafından izlemesini engellemeye kararlı olan Washington, Kennedy yönetimi altında en azından 1961’den beri Brezilya’ya sistematik bir siyasi müdahale planlıyordu.

1964 yılında Lyndon Johnson yönetimi “Kardeş Sam Operasyonu”nu başlatarak Brezilya kıyılarına bir deniz saldırı grubu gönderdi ve CIA ile koordinasyon halinde 31 Mart gecesinden itibaren Rio de Janeiro ve diğer büyük şehirleri ele geçiren Brezilya’daki darbe birliklerini desteklemek üzere askeri malzemeleri bir araya getirdi. ABD askeri aygıtı, ABD’nin ülkedeki büyükelçisi Lincoln Gordon tarafından öngörülen bir “kan gölü” ve “iç savaş” beklentisiyle seferber edilmişti.

Direnmek için yeterli sayıda generalin sadakatine sahip olduğuna inanan Devlet Başkanı João Goulart, küçük bir subay grubu tarafından memleketi Rio Grande do Sul eyaletine, oradan da Uruguay’a tahliye edildi ve 1976 yılında Brezilya istihbaratı tarafından öldürüldü. Goulart’ın müttefiki olan 20 validen ikisi polise dayalı bir direniş örgütlemeye çalıştı ama onlar da sürgüne zorlandı.

Darbe, basın ve Goulart’a yönelik siyasi muhalefet tarafından memnuniyetle karşılandı ancak bu muhalefet de ilerleyen yıllarda tasfiye edilecekti. Brezilya’nın İkinci Dünya Savaşı’na müdahalesinde yer alan Mareşal Castelo Branco liderliğinde kurulan rejim, ertesi yıl için seçim sözü verdi ve Mayıs 1968’de dayatılan meşhur 5 Numaralı İdari Yasa (AI-5) ile tamamen ortadan kaldırılana kadar demokratik özgürlükleri kademeli olarak bastırdı.

Mücadeleci işçiler, köylü liderleri ve radikalleşen gençler, sonraki on yıllar boyunca CIA destekli terör rejimi tarafından kitlesel olarak zulme uğradı, işkence gördü ve öldürüldü. Brezilya diktatörlük rejimi, askeri darbeler düzenleyerek ve baskı ve işkence sistemlerini Bolivya, Şili, Uruguay, Arjantin ve Peru’ya ihraç ederek ABD’nin Latin Amerika’daki müdahalesinin de temelini oluşturdu.

Ne öngörülmezdi ne de kaçınılmaz

Brezilya’daki 1964 askeri darbesi, siyasi özünde, Lev Troçki’nin, geri kalmış kapitalist ülkelerdeki burjuvazinin emperyalizm çağında herhangi bir ilerici tarihsel rol oynayamayacağını ortaya koyan sürekli devrim teorisinin tersinden doğrulanmasıydı.

Siyasi sahneye zaten işçi sınıfının toplumsal muhalefetiyle yüzleşerek çıkan bu tür ülkelerdeki ulusal burjuvazi, toprak sahibi aristokrasinin ve emperyalizmin tutarlı bir şekilde karşısına çıkamaz, bunun yerine doğrudan onların karşıdevrimci hizmetlerine güvenir. Goulart tarafından vaat edilen tarım reformu gibi tamamlanmamış demokratik görevlerin tamamlanması, sosyalist önlemlerin başlatılmasını ve siyasi iktidarın işçi sınıfı tarafından ele geçirilmesini gerektirir.

Troçki tarafından 1964 darbesinden 60 yıl önce geliştirilmiş bu program, 1917’deki başarılı Rus Devrimi sırasında kesin olarak doğrulanmıştı. Onun yasaları, sonraki on yıllarda Stalinist bürokrasi tarafından Menşevik “iki aşamalı” devrim teorisinin dayatılmasına dayanan feci yenilgilerle de tersinden kanıtlanacaktı.

Brezilya burjuvazisi tarafından 1945-1964 yılları arasında uygulanan mütevazı sosyal ve siyasi reformlar, savaş sonrası dünya kapitalizminin istikrara kavuşmasının yarattığı bir dizi özel koşulun ürünüydü. Emperyalist burjuvazi, ABD kapitalist ekonomisinin hâlâ var olan potansiyeline ve en önemlisi Stalinist bürokrasinin özellikle Avrupa’da işçi sınıfının devrimci ayaklanmalarını canice silahsızlandırmasına dayanarak, siyasi egemenliğini yeniden kurmayı başarmıştı.

Kısa bir süre için, yabancı yatırım akışı ve SSCB ile diplomatik ilişkilerin emperyalizmle pazarlık yapmak için kullanılması, Brezilya burjuvazisinin bağımsız bir ulusal ekonomik kalkınma yanılsamalarını beslemesine izin verdi.

Doğası gereği geçici olan bu koşullar, Dördüncü Enternasyonal’in kuruluşunda saptanan ve yeni bir dünya devrimi dalgasına gebe olan emperyalist kapitalizmin temel çelişkilerini değiştirmemişti.

Brezilya’da savaş sonrası yıllarda, sanayi işçi sınıfının muazzam büyümesine ve kapitalist sistemle ve Vargas’ın Estado Novo’sunun miras bıraktığı korporatist sendikal aygıtla artan çatışmasına tanık olundu.

Belirleyici siyasi görev, Brezilya işçi sınıfının burjuvaziden ve onun temsilcilerinden siyasi bağımsızlığı için mücadele edecek ve onu siyasi iktidarı ele geçirmeye hazırlayacak devrimci bir Troçkist parti inşa etmekti. Bu, her şeyden önce, Brezilya Komünist Partisi (PCB) tarafından temsil edilen Stalinizmin siyasi etkisine karşı tavizsiz bir mücadele gerektiriyordu.

Stalinizm Brezilya işçi sınıfını silahsızlandırıyor

İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda Brezilya halkında yaşanan siyasi huzursuzluğun ortasında, halen yasa dışı olan ve liderleri hapiste bulunan PCB, Vargas diktatörlüğüne karşı oluşan kitlesel muhalefetin burjuva devletin bütünlüğünü tehdit etmesini önlemek için sistematik olarak çaba gösterdi.

Partinin tarihi lideri Luís Carlos Prestes, 1944 yılında verdiği simgesel nitelikte bir röportajda, PCB’nin sonraki on yıllar boyunca karşıdevrimci eylemlerinin temelini oluşturacak siyasi çerçeveyi şöyle açıklamıştı:

Korkunç ve uzun faşist geceden ve bunca yıllık savaş, acı ve sefaletten sonra halklar barış istiyor ve en ileri ve bilinçli proletarya için, tek kelimeyle komünistler için ihtiyaç duyulan şey, cumhuriyetçi, ilerici ve halkçı bir rejim altında demokratik zaferlerin kesin olarak pekiştirilmesidir.

Böyle bir cumhuriyet, eğer büyük çatışmalar ve mücadeleler olmadan, düzen ve hukuk çerçevesinde kurulacaksa, hiçbir şekilde bir Sovyet cumhuriyeti, yani sosyalist bir cumhuriyet olamaz ancak proletaryadan büyük ulusal burjuvaziye kadar, sayısal olarak önemsiz olan en gerici unsurları hariç, tüm sosyal, demokratik ve ilerici sınıfların ortak eyleminden kaynaklanan kapitalist bir cumhuriyet olabilir.

Emperyalizmle “barış içinde bir arada yaşama” şeklindeki Stalinist doktrine dayanan perspektifini açıklayan PCB, 1944 yılında da şunları yazmıştı:

Aslında savaş sonrası dönemle ilgili olumlu unsur, Tahran’da Churchill, Roosevelt ve Stalin tarafından tesis edilen ve her halkın barışçıl gelişimi için imkânlar yaratan uluslararası işbirliği ve dayanışma ilkeleridir.

Ertesi yıl PCB yasal ilan edildi ve liderlerine af çıkarıldı. Sovyet işçi devletinin Nazizmin askeri yenilgisiyle kazandığı prestij ve Brezilya burjuva partilerinin yeniden yükselişe geçen işçi sınıfı karşısında yaşadığı kriz temelinde, PCB aniden bir kitle partisine dönüştü ve kısa süre önce serbest bırakılan Prestes ülkedeki en çok oyu alarak senatör seçildi.

Ancak Stalinistlerin ulusal burjuvazinin “ilerici” karakterine, emperyalizme ve yeni bir demokratik dönemin yükselişine dair besledikleri suç oluşturan yanılsamalar hızla gerçekle çatıştı. Dutra hükümeti, Washington ile aynı eksene gelerek 1947’de PCB’yi yasa dışı ilan etti ve SSCB ile ilişkileri kesti.

Emperyalizm, özellikle Latin Amerika’da “her bir halkın” “barışçıl gelişimine” izin vermek yerine, 1940 tarihli “Emperyalist Savaş ve Proleter Devrimi Üzerine Dördüncü Enternasyonal Bildirgesi”nin öngörüsünü doğruladı: ABD emperyalizminin korkunç silahlanması, “iyi komşu” politikasının yerini Batı Yarımküre’nin demir yumrukla tahakküm altına alınmasına bırakmasını hazırladı.

PCB’nin ABD emperyalizmini ve onun yerel ajanlarını kınamaya başlayarak siyasi bir değişim geçirmesine rağmen, Stalinistler ulusal burjuvaziye olan yönelimlerini ve Brezilya işçi sınıfının sosyalist devrim yoluna girmesini engelleme kararlılıklarını tamamen korudular. Gelecekteki muhalifleri, örneğin 1962’de PCB’den ayrılarak Maoculuk ve köylü gerilla savaşına yönelen Brezilya Komünist Partisi (PcdoB) de iflas etmiş “iki aşamalı” doktrine sadık kalacaktı.

Rio de Janeiro'da bir işçi gösterisi, 1963 [Photo: Arquivo Nacional]

1964 darbesinin arifesinde PCB, Mart 1958 tarihli meşhur Deklarasyon’unun gerici ilkelerini savundu. Deklarasyon, Brezilya kapitalizminin “Amerikan emperyalizmi ve onu destekleyen entreguistalar [satılmışlar]” ile çatışan “büyüyen milliyetçi, ilerici ve demokratik güçler” tarafından önderlik edilen yeni bir ekonomik, siyasi ve sosyal gelişim aşamasını ilan ediyordu.

Brezilya işçi sınıfının ezilmesine yol açan bu politikanın doğal sonucu, ordunun anti-emperyalist ve demokratik bir güç olarak teşvik edilmesiydi. 1961 yılında, Jango’nun göreve başlamasını engelleme girişimlerinin ortasında PCB, “gerici darbeci grup, faşist baskı karşısında ... silahlı kuvvetlerin önemli kesimlerinden giderek artan bir destek alan demokratik yasallık savunucusu güçlü hareket tarafından tecrit edildi,” diye ilan etti.

Ocak 1964’te, ordu kanlı darbesini hazırlarken Prestes, Stalinistlerin burjuvaziye suç teşkil eden teslimiyetini özetleyen bir açıklama yaptı:

Brezilya’daki Silahlı Kuvvetler, diğer Latin Amerika ülkelerinden çok farklı, çok özel niteliklere sahiptir. Brezilya Devrimi’nin özgül meselelerinden biri, Silahlı Kuvvetler’in, özellikle de ordunun demokratik karakteri, demokratik geleneğidir.

Dokuz yıl sonra Prestes’in Şilili Stalinist meslektaşları, Şili ordusunun eşsiz demokratik özellikleri - “üniformalı halk”- hakkında aynı feci sonuçlara yol açacak benzer kuşkulu iddialarda bulunacaklardı.

Troçkizmden dönenler devrimci önderliğin inşasını sabote ediyor

Brezilya işçi sınıfı içinde, Stalinist ve burjuva milliyetçi liderliklerin ihanetini önleyebilecek ve işçileri sosyalist devrim yöntemleriyle faşist gericiliğe karşı silahlandırabilecek Troçkist bir parti inşa etmek için muazzam bir potansiyel vardı.

1920’lerden beri, Uluslararası Sol Muhalefet döneminde, Troçkist hareket Brezilya’da, özellikle de ülkenin en sanayileşmiş bölgesi olan São Paulo’daki işçi sınıfı ve öğrenciler arasında büyük bir siyasi ilgi görüyordu.

Ancak elverişli nesnel koşullara rağmen, Brezilya’da Dördüncü Enternasyonal’in bir şubesinin inşası, savaş sonrası istikrarın uluslararası devrimci öncü üzerindeki güçlü basınçlarını ifade eden küçük burjuva tasfiyeci eğilimlerin eylemleriyle sistematik olarak baltalandı.

Brezilya Sol Muhalefeti’nin kurucu lideri Mario Pedrosa, 1940 yılında Dördüncü Enternasyonal’den koparak Amerikan Sosyalist İşçi Partisi’nde (SWP) Max Shachtman ve James Burnham tarafından önderlik edilen küçük burjuva muhalefete katıldı. Pedrosa, Troçkist hareketin eski bir lideri olarak sahip olduğu prestiji, Stalinizmi faşizm ile eş tutan anti-Marksist teorileri yaygınlaştırmak ve “demokrasi” için mücadele adına Brezilya burjuvazisinin farklı gerici ve emperyalizm yanlısı hiziplerini desteklemek için kullanarak, Brezilya’da muazzam bir siyasi kafa karışıklığı yarattı.

Pedrosa’nın siyasi teslimiyetine rağmen, Devrimci Sosyalist Parti (PSR) Brezilya işçi sınıfı içinde Dördüncü Enternasyonal’e dayalı devrimci bir önderlik inşa etme mücadelesini İkinci Dünya Savaşı’nın zorlu yılları boyunca sürdürdü. Ünlü romancı ve PCB üyesi Jorge Amado, Stalinistlerin bu dönemde Troçkizmin etkisinden duydukları sıkıntının rezil ama temsili bir ifadesi olarak şunları yazmıştı:

Troçkistler, ulusal sorunu uluslararası sorundan kopardılar, şiddeti, darbeyi vaaz ettiler, savaştan haberleri yoktu, Parti’nin parolası olan Ulusal Birlik’e karşı savaştılar. Pek çok dürüst insan arasında bölünme yarattılar, onları “direniş” hareketlerine sürüklediler ...

Tüm bu çürümenin, Brezilya halkına karşı yapılan bu sefil gizli anlaşmanın merkezi, tam kalbi, ... edebiyat ve öğrenci çevresini kirleten, proletaryayı alarma geçiren Troçkist bir prestijin doğduğu São Paulo’daydı. São Paulo muharebesi, Parti için belirleyici bir muharebeydi.

O dönemde Brezilya’daki Troçkist hareketin lideri, Hermínio Sacchetta’ydı. Sacchetta, savaş sonrası yıllarda, daha önce Pedrosa’nın Troçkizmden kopmasına neden olan küçük burjuvazinin siyasi moral bozukluğunun aynı basınçlarına yenik düştü. 1950’lerde Bolşevizmi açıkça reddetti ve PSR’nin dağılmasına yol açtı.

Kopuşunun nedenlerini hiçbir zaman açıklamamış olsa da, Sacchetta’nın yakın çalışma arkadaşları, onun 1951’deki Dördüncü Enternasyonal’in Üçüncü Kongresi’ne katıldıktan sonra derin bir hayal kırıklığına uğradığını rapor ettiler. Bu kongrede Michel Pablo Stalinist bürokrasiye devrimci bir güç olarak itibarını iade eden tasfiyeci çizgisini sunmuş ve Troçkist partilerin her ülkedeki mevcut biçimleriyle “kitle hareketleri” içinde dağıtılmasını vaaz etmişti.

Öğretiye bağlı Troçkizmin savunucuları, Dördüncü Enternasyonal’in temel perspektiflerine yönelik bu cepheden saldırıya, Pablocu revizyonizme karşı siyasi bir savaş açarak karşılık verdiler ve 1953’te Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin kurarak bunu pekiştirdiler.

Sacchetta ise, raporların da gösterdiği gibi, Pablo’nun tezlerini, Troçkizmin gelişiminin hayal kırıklığı yaratan ama kaçınılmaz sonucu olarak görüyordu. Sacchetta’nın teslimiyeti, Latin Amerikalı ultra-Pablocu Juan Posadas’ın PSR’nin bıraktığı boşlukta sözde Troçkist Devrimci İşçi Partisi’ni (POR-T) kurmasının ve onu Brezilya’da Troçkizmin temsilcisi olarak sunmasının önünü açtı.

POR-T 1954’ten itibaren Stalinist bürokrasinin “sol kanat” bir hizbini oluşturmak amacıyla PCB’ye “tam girişçiliği” savunarak inşa edildi. On yıl sonra, 1963’te Pablocular bu aldatıcı politikayı, Leonel Brizola’nın işçi hareketi içinde daha da alçaltıcı bir tasfiye biçimini, Posadas tarafından “içeriden girişçilik” olarak nitelendirilen, yani burjuva önderliğinin yalnızca danışmanları olarak hareket etmeyi savunmak için terk ettiler.

Pablocu revizyonizme karşı Brezilya’da işçi sınıfının siyasi bağımsızlığını tesis etmek için mutlak bir öncelik olduğunu kanıtlanan mücadele, SWP’nin ve Uluslararası Komite’nin Arjantinli Nahuel Moreno liderliğindeki Latin Amerika şubelerinin ihaneti nedeniyle önemli ölçüde tehlikeye girdi. Bu güçler, Küba Devrimi’nin Marksist bir partinin yokluğunda ve işçi sınıfının seferberliği olmaksızın sosyalist bir devrimin gerçekleştirilebileceğini kanıtladığı şeklindeki Pablocu analizi öne sürerek, 1963 yılında partilerini Pablocu Uluslararası Sekreterlik ile yeniden birleştirdiler.

SWP önderi Joseph Hansen, DEUK’u tasfiye etme ve Troçkizmi ayrı bir siyasi eğilim olarak yok etme çabaları kapsamında, 1962 ile 1963 yılları arasında Güney Amerika’da dört aylık bir gazetecilik turuna çıktı. “Küba örneğinin” kıtaya yayıldığını ve bu ülkeyi dünya devriminin yeni merkez üssü haline getirdiğini kanıtlamak isteyen Hansen, Ligas Camponesas’ın (Köylü Birlikleri) lideri, Brezilya Sosyalist Partisi (PSB) üyesi Francisco Julião ile röportaj yapmak için kuzeydoğu Brezilya’yı ziyaret etti.

Köylü Birlikleri’nin gerici anti-Marksist perspektiflerini öven Hansen, 15 Ocak’ta Militant’ta yayımlanan makalesinde şöyle yazıyordu: “Ligas’ın peşinde olduğu şey, camponesos hareketini siyasi bir düzeye çıkarmak ve böylece halkın bu kesimine hakkı olan siyasi temsili vermektir.”

Hansen, küçük burjuva reformisti Julião’yu Brezilya’daki sosyalist hareketin tartışmasız lideri olarak sunarak şu sonuca varıyordu: “Onlara yanıt vermenin ve mücadelelerinde yardımcı olmanın en iyi yolu, sosyalizm için kendi mücadelemizi yoğunlaştırmaktır. Bunun için birkaç Kuzey Amerikalı Julião’ya ihtiyacımız var.”

Hansen ve SWP’nin oynadığı suç niteliğindeki siyasi rol, bu şakşakçı röportaj ile Militant’ın bir önceki sayısındaki başyazı arasındaki tezatla çarpıcı bir şekilde ortaya çıkmaktadır.

SWP lideri, Sao Paulo’ya vardığında, “Latin Amerika’nın en sanayileşmiş bölgesi”ndeki işçilerin “süresiz genel grevi” ile karşılaştığını bildirirken, Troçkist hareketin işçi sınıfı hareketinin önderliği için mücadele etme ve onu açık faşist tehdide karşı silahlandırma ihtiyacını ya da yeteneğini asla gündeme getirmedi. DEUK’un daha sonra Hansen’in Troçkist hareket içinde ABD devletinin gizli bir ajanı olduğunu açığa çıkarması, onun siyasi sabotaj eylemlerinin doğrudan nedenlerini ortaya koymaktadır.

Ancak Hansen’in siyaseti, küçük burjuvazinin geniş katmanları arasında destek bulan ve Dördüncü Enternasyonal’in sonraki on yıllar boyunca proleter önderlik krizini çözme yeteneğini baltalayan Pablocu gericiliğe güç katan belirli sınıfsal duygulara hitap ediyordu.

Askeri rejimin acımasız baskı yılları boyunca, Brezilya’da yüzlerce genç ve işçi, gerçek Troçkizm olduğuna inandıkları şey uğruna mücadele ederken işkence gördü ve öldürüldü.

Mario Pedrosa PT mitinginde Lula'nın arkasında duruyor [Photo: PT]

Pabloculuğun yıkıcı rolü, 1970’lerin sonunda Brezilya diktatörlüğünün sonunu getiren büyük işçi grevlerinin patlamasıyla en iyi şekilde açığa çıktı. Önceki dönemde işçi muhalefetini kontrol altına almanın başlıca aracı olan PCB’nin mutlak moral bozukluğuyla birlikte, Brezilya burjuvazisi Troçkizmden dönenlerin karşıdevrimci hizmetlerine bel bağladı.

Mário Pedrosa’dan Pablocu Birleşik Sekreterlik’e, Morenocu ve Lambertçi akımlara kadar hepsi 1980’lerde Lula’nın kapitalizm yanlısı İşçi Partisi’nin siyasi ebeleri olarak görev alarak Brezilya’da burjuva egemenliğinin istikrar kazanmasını sağladılar.

1964 darbesinin 60. yıldönümünde, Lula hükümeti bu siyasi felakete dair hafızayı silmeye çalışırken, Brezilya’daki Sosyalist Eşitlik Grubu işçi sınıfını ve gençliği darbenin kritik derslerini incelemeye çağırıyor. Kendinize tekrar ihanet edilmesine izin vermemelisiniz. Brezilya’daki gerici burjuva düzenin çöküşüne neden olan küresel kapitalizmin gelişen krizi, uluslararası sosyalizmin zaferine yol açmalıdır.

Bu kez gerçek bir devrimci önderlik vaktinde inşa edilmelidir; bu, DEUK’un Brezilya şubesinin inşa edilmesi demektir!

Loading