SGP’nin Duisburg mitinginde yapılan konuşma

ABD-İsrail’in Gazze soykırımını ve Ortadoğu savaşını durduralım!

Almanya’daki Sosyalist Eşitlik Partisi (SGP) Cumartesi günü Ortadoğu’daki savaşa ve Gazze’de bir yıldır devam eden soykırıma son verilmesi çağrısıyla Duisburg kentinin işçi sınıfı bölgesi Hamborn'da bir miting düzenledi. Aşağıda Sosyalist Eşitlik Grubu’nun (Türkiye) önderlerinden Hakan Özal’ın yaptığı konuşmanın metnini ve video kaydını yayınlıyoruz.

Sosyalist Eşitlik Partisi’nin mitingine hepiniz hoş geldiniz. Partimiz SGP [Sozialistische Gleichheitspartei / Sosyalist Eşitlik Partisi], diğer ülkelerdeki kardeş parti ve gruplarla birlikte, emperyalist savaşa, soykırıma ve faşizme karşı sosyalist bir program temelinde mücadele yürütüyor. Dünya çapında tüm işçileri bu program çerçevesinde birleşmeye çağırıyoruz. Bu vesileyle, üyesi olduğum Türkiye’deki Sosyalist Eşitlik Grubu’nun devrimci selamlarını sizlere iletmekten onur duyuyorum.

Loading Tweet ...
Tweet not loading? See it directly on Twitter

18 Mayıs’ta yine bu meydanda gerçekleştirilen SGP mitinginde, emperyalist devletler tarafından yönlendirilen Siyonist saldırganlığın yalnızca Gazze Şeridi ile sınırlı kalmayacağını belirtmiştik. Şansölye Scholz ve ABD Başkanı Biden’ın, Filistinlilere karşı yürütülen imha savaşını, Hizbullah’a, Suriye’ye ve İran’a karşı çok daha kapsamlı bir savaşın ön koşulu olarak gördüğünü ifade etmiştik.

O günden bu yana soykırımcı İsrail ordusu, işgal altındaki Batı Şeria’ya son yirmi yılın en büyük saldırılarını düzenledi. Bu saldırılarda şehirleri ve kampları harabeye çevirdi.

Ardından Siyonist rejim, Lübnan genelinde düzenlediği hava saldırılarıyla yüzlerce sivili katletti ve Güney Lübnan’a bir kara harekâtı başlattı. Sadece Nasrallah’ı hedef alan bombardımanda 300’den fazla sivil; kadın, erkek ve çocuk yaşamını yitirdi. Bu, uluslararası savaş yasalarının açık bir ihlalidir.

Netanyahu ve onu destekleyen Biden ve Scholz yargılanmalıdır.

Emperyalizmin Ortadoğu’daki Siyonist vekil gücü Lübnan’ı bombalıyor, Bekaa Vadisi’ni, Suriye’yi, Yemen’i ve Gazze’yi bombalıyor. Taş üstünde taş bırakmıyor; çocuk, kadın, erkek demeden herkesi katlediyor. Buna rağmen Şansölye Scholz, Hizbullah ve İran’a çağrılar yapıyor, “İsrail’e yönelik saldırılarını derhal durdurun,” diyor. Bu gerçeklerin çarpıtılmasıdır.

Ortadoğu’daki savaş, İsrail tarafından kışkırtılıyor ve bu savaş, durdurulmadığı takdirde yüz binlerce insanın hayatına mal olacak. Bu nedenle, emperyalistlerin vekil gücü olan Siyonist ordunun Ortadoğu’daki savaş eylemlerinin derhal durdurulması gerektiğini savunuyoruz.

  • Tüm İsrail askerleri terhis edilsin!
  • İsrail ordusu Lübnan, Gazze ve Batı Şeria’dan çekilsin!
  • ABD ve diğer tüm emperyalist güçlerin orduları Ortadoğu’yu terk etsin!

İsrail ve hamisi ABD, gerilimi tırmandıran eylemlerle İran’ı sürekli olarak provoke ediyor. Amaçları, İran’ı kendilerine karşı sert bir tepki vermeye zorlayarak acımasız bir saldırı başlatmak için bahane yaratmak. Bu yılın başında İsrail, Şam’da yedi İran Devrim Muhafızı mensubunu suikastla öldürdü. Ayrıca Tahran’ı ziyaret eden Hamas’ın siyasi lideri İsmail Haniye’yi hedef alarak öldürdü. Bu suikastlar, İran rejimini aşağılamak ve zayıflatmak amacı taşıyordu.

İran rejimi ise ABD ve İsrail’in bu provokasyonlarına defalarca soğukkanlı bir şekilde karşılık verdi. Örneğin, Kasım Süleymani’nin 2020’de öldürülmesine kayda değer bir tepki verilmedi. İran, bilim insanlarının suikastına ve son olarak Tahran’da gerçekleşen bir İsrail bombardımanına da göz yumdu. İran egemen sınıfı emperyalist güçlere karşı uzlaşmacı bir tutum takındı. Ancak bu uzlaştırıcı çabalar başarısız oldu. Şimdi ise İran rejimi, direnme ve misilleme yapma konusunda giderek artan bir baskı altında.

Bu baskıların sonucunda Tahran, İsrail’in bazı askeri noktalarına 185 balistik füzeyle saldırı düzenledi. İran Dışişleri Bakanı, bu saldırının Hamas’ın Tahran’daki siyasi büro başkanının öldürülmesine ve Hizbullah Genel Sekreteri ile üst düzey İranlı askeri bir danışmanın Beyrut’ta öldürülmesine bir yanıt olduğunu açıkladı.

İran’ın bu misillemesinden hemen sonra eski İsrail Başbakanı Naftali Bennett, İran’ın nükleer programının vurulması çağrısında bulundu. Bu tür bir saldırı, İsrail ve ABD tarafından on yıllardır planlanıyordu. Şu an Almanya, İngiltere ve Fransa tarafından desteklenen İsrail ve ABD orduları, bölgenin en kalabalık ülkesi olan İran’a doğrudan bir askeri saldırı hazırlığı yapıyor.

Gazze soykırımının başlamasından bir yıl sonra, İsrail’in 7 Ekim olaylarını tüm Filistin topraklarını etnik olarak temizleme ve ilhak etme planlarını uygulamak için kullandığı açıkça ortaya çıkmıştır. İsrail’in ABD’den bağımsız bir aktör olduğu büyük bir yalan. İsrail’in birincil işlevi, tüm bölgede Amerikan emperyalizminin çıkarlarının bir aracı olmaktır.

ABD için bu, petrol zengini Ortadoğu üzerindeki emperyalist kontrolü sağlamlaştırmanın bir yoludur. Aynı zamanda, Rusya ve Çin ile cepheleşmesini ilerletmek amacıyla Ortadoğu ve Orta Asya’yı ABD askeri operasyonları için sağlam bir üs haline getirmeye yönelik bir araçtır.

Biden, Scholz ve müttefiklerinin asıl amacı, Rusya ve İran’ı bir tepki vermeye zorlamak. Bu şekilde, kendi askerleri, silahları ve uçaklarıyla her iki savaşa da müdahale etmek için bir bahane yaratmak istiyorlar. Bugün Filistinli mülteci kamplarını bombalatan, Ukraynalı askerleri cephede harcayan bu emperyalistler, yarın İran ve Rusya şehirlerine nükleer bombalar atmaktan da çekinmeyecekler. NATO güçleri, Rusya’ya karşı yürütülen vekalet savaşını körüklemek için 200 milyar Euro harcadı. Gazze ve Lübnan’a düşen her bomba, emperyalist devletler tarafından finanse ediliyor.

ABD, 30 yılı aşkın süredir dünya ekonomisindeki azalan ağırlığını askeri güçle telafi etmeye çalışıyor. Bu yüzden Irak, Afganistan, Libya ve birçok başka ülkeyi bombaladı. Ukrayna ve Ortadoğu’daki savaşlarla bu dünya hakimiyeti mücadelesine devam ediyor ve bu mücadeledeki ana hedef, yükselen ekonomik güç olan Çin. ABD askeri çevrelerinde artık sorulan soru Çin ile bir savaşa girip girmeyecekleri değil, ne zaman girecekleri. Bu savaşın sonucu insanlığın yok edilmesi olabilir.

İki yıkıcı dünya savaşının ardından Almanya, yeniden emperyalist bir savaş politikası izlemeye başladı. Geçtiğimiz gün 34. yıldönümü kutlanan doğu-batı birleşmesi, Almanya’nın eski saldırgan politikasına dönüşünü hızlandırdı. Alman hükümeti, ABD’nin sadece bir vasalı değil; hatta ABD’ye karşı bile kendi çıkarlarını gözetiyor. Almanya, ABD’den sonra Ukrayna’nın en büyük silah tedarikçisi ve mali destekçisi. 85 yıl önce Sovyetler Birliği’ne karşı yürüttüğü yıkıcı savaştan sonra, Alman tankları yeniden Rusya’da ilerliyor. Almanya, Gazze’deki soykırımda ve bölgedeki savaşın tırmanışında da kilit bir rol oynuyor.

Almanya’da koalisyon hükümeti tarafından devasa silahlanma programını uygulamak için eğitim, barınma ve sağlık harcamaları kesilmekte ve benzeri görülmemiş sosyal kesintiler yapılmaktadır. Almanya’da kreş için para yok! Okullar harap durumda! Hastaneler işlemez hale gelmiş! Yüzme havuzları, kütüphaneler ve gençlik merkezleri kapalı! Tüm sosyal altyapı çökmüş durumda! Ancak soykırım için, savaş için, silahlanma için harcanacak milyarlarca avro var.

Aynı zamanda demokratik haklar da saldırı altında. Alman hükümeti Gazze’de, Nazi suçlarını andıran bir vahşetle Filistinlilerin soykırıma uğramasını kayıtsız şartsız destekliyor. Bunu protesto eden ya da eleştiren herkes iftiraya uğruyor, korkutuluyor ve zulüm görüyor. Gösteriler yasaklanıyor, Filistin yanlısı örgütler yasa dışı ilan ediliyor ve savaş karşıtları tutuklanıp hapsediliyor. Bu durum, korkunç bir mülteci karşıtı ajitasyonuyla destekleniyor. NATO savaşlarından kaçan çaresiz insanlar, nefret edilen savaş politikası için günah keçisi ilan ediliyor. Naziler döneminde toplumsal öfkenin paratoneri olarak Yahudiler kullanılırken, bugün göçmenler kullanılıyor.

Bu nedenle diyoruz ki:

  • Soykırım ve savaş karşıtlarına yönelik baskıyı durdurun!
  • Demokratik hakları, toplanma, konuşma ve fikir özgürlüğünü savunun!
  • AfD ve devlet içindeki gerçek antisemitizme karşı çıkın!
  • Mültecileri ve göçmenleri savunun!

Ortadoğu’daki rejimlerin Gazze soykırımına ve Lübnan’a yönelik saldırıya verdikleri tepki, burjuva milliyetçiliğinin iflasının kanıtıdır. Bu rejimlerden bazıları, örneğin Mısır ve Suudi Arabistan, İsrail’in Gazze’deki soykırımını ve Ortadoğu’nun sömürgeci paylaşımını kolaylaştıran ABD’nin kilit müttefikleridir.

Diğer yandan İran gibi bazı ülkeler ise, kendilerini sağlama alacak bir tür müzakere edilmiş anlaşmaya varma çabasıyla emperyalist güçlere sürekli uzlaşma önerdi. İsrail ve ABD ile bir uzlaşma yolu bulmaya can atıyorlardı. Çünkü emperyalizme karşı ciddi bir mücadelenin devrimci sonuçlarından korkuyorlardı.

Türkiye’de de durum bundan farklı değil. Erdoğan ve ondan önceki Türk siyaset seçkinleri, ABD’nin 30 yılı aşkın süredir Ortadoğu’da devam eden emperyalist saldırganlığına suç ortaklığı yaptı. Bu şekilde, Irak ve Suriye’deki parçalanma dinamiklerine ve bölgesel bir savaşın patlama tehlikesine katkıda bulundular.

2003’te ABD’nin Irak’ı istilasını destekleyen Erdoğan, 2011’den beri Suriye’de rejim değişikliği savaşında ABD ve İsrail ile aynı safta yer aldı. Bu savaşın hedefi, İran ve Hizbullah destekli Devlet Başkanı Beşar Esad’ı devirmekti.

Erdoğan’ın, “İsrail karşısında sessiz, tepkisiz, hatta tarafsız kalmak suça ortak olmaktır” sözleri tam bir ikiyüzlülük örneğidir. Gerçek şu ki NATO üyesi Türkiye, Gazze’deki soykırıma suç ortaklığı yapmıştır. Tüm retorik eleştirilerine rağmen, İsrail’in savaşı tırmandırmasına da katkıda bulunmuştur.

Erdoğan, artan halk tepkisi karşısında İsrail’le resmi ticareti kesse de ve söylemlerini sertleştirse de Türkiye’deki ABD-NATO üsleri hâlâ İsrail’e destek vermeye devam ediyor. Türkiye, aynı zamanda Azerbaycan’ın İsrail’e kritik petrol sevkiyatına aracılık etmeyi de sürdürüyor. Hatta, Türkiye’nin İsrail’le resmen kesildiği ilan edilen ticareti Filistin üzerinden yürüttüğüne dair ciddi iddialar var.

Ankara, bir yandan İsrail’in soykırım savaşını beslemeye devam ediyor ve ABD/NATO’ya bağlılığını sürekli teyit ediyor. Diğer yandan ise, bu politikanın da etkisiyle ortaya çıkan sonuçlar nedeniyle İsrail ile savaş uyarısında bulunup ABD-NATO müttefiklerini eleştiriyor.

Bu çelişkinin temelinde ise burjuvazinin emperyalizme olan derin bağımlılığı yatıyor. Emperyalizme karşı çıkmak bir yana, Ortadoğu’da emperyalizmin vekilliğini yapan Türk egemen sınıfının asıl korkusu, işçi sınıfının emperyalizme ve Siyonizme karşı başlatacağı devrimci bir hareketin kendi iktidarını da tehdit etmesidir.

Ortadoğu ve Ukrayna’daki savaşlar, dünyanın yeniden paylaşımı için verilen küresel mücadelenin bir parçasıdır. Büyük şirketlerin ve bankaların kâr, pazar ve hammadde arayışı, Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında olduğu gibi artık barışçıl yöntemlerle çözülemez.

Savaşları durdurmanın ve yaklaşan felaketi önlemenin tek yolu, tüm toplumsal zenginliği üreten ve savaş politikalarından en çok etkilenen uluslararası işçi sınıfını kapitalizme karşı harekete geçirmektir. Bu tür bir hareket için güçlü bir nesnel temel gelişiyor: Dünya genelinde, kitlesel işten çıkarmalara ve ücret kesintilerine karşı protestolar ve grevler patlak veriyor ve bu mücadeleler giderek sendikaların engelleyici etkisinden kurtuluyor. Bu mücadeleleri savaş karşıtı mücadeleyle birleştirmek merkezi bir görevdir.

Bu perspektif uğruna Sosyalist Eşitlik Partisi, Dördüncü Enternasyonal’in dünya genelindeki kardeş partileriyle birlikte mücadele etmektedir. Bu perspektifleri bizimle tartışın ve partimize üye olun.

Loading