Trump “Grönland’ı ABD’nin bir parçası yapmak” için özel elçi atarken Danimarka ABD büyükelçisini çağırdı

Solda, Danimarka askeri güçleri, 17 Eylül 2025 Çarşamba günü Grönland'ın Kangerlussuaq kentinde birkaç Avrupa NATO üyesinin askerleriyle birlikte bir tatbikata katılıyor; Sağda, Louisiana Valisi Jeff Landry, 3 Eylül 2025 tarihinde Angola, Louisiana'daki Louisiana Eyalet Hapishanesi'nde gazetecilere konuşuyor. [AP Photo/Ebrahim Noroozi/Gerald Herbert]

ABD Başkanı Donald Trump’ın Pazar günü Grönland için özel bir elçi ataması, Amerikan emperyalizminin çıkarlarını gözetmek için tüm kısıtlamaları bir kenara bıraktığını ve Washington ile Avrupalı eski müttefikleri arasındaki uçurumun derinleştiğini gösteriyor. Grönland’ın yarı özerk bir bölge olarak bağlı olduğu Danimarka ve Avrupa Birliği (AB) bu hamleye öfkeyle tepki gösterdi ve Kopenhag, bu yıl üçüncü kez ABD büyükelçisini çağırdı.

Louisiana Valisi Jeff Landry’nin, eyalet valisi olarak görevinden alınmayacağını ve bu fahri pozisyona atandığını duyuran Trump, sosyal medyada “Jeff, Grönland’ın ulusal güvenliğimiz için ne kadar önemli olduğunu anlıyor” diye yazdı. Landry ise “Grönland’ı ABD’nin bir parçası haline getirmek” için bu pozisyonda bu diktatör adayına hizmet edebileceği için “onur duyduğunu” ifade ederek karşılık verdi.

Adanın kontrolünü ele geçirmek için askeri güç kullanmaya hazır olduğunu bir kez daha vurgulayan Trump, Pazartesi günü düzenlediği basın toplantısında, Danimarka’nın 300 yıl önce gemilerle Grönland’ın kontrolünü ele geçirdiği için bugün ABD’nin de kendi gemilerini oraya gönderebileceğini söyledi. Adayı kontrol altına alma çabasının ana nedeninin “ulusal güvenlik” olduğunu iddia eden Trump, “Rus ve Çin gemilerinin” varlığına karşı uyarıda bulunarak, Danimarka’nın bölgede “parası ve askeri gücü” olmadığı eleştirisini yaptı.

New York Times haberinde, Trump’ın benzer şekilde özel elçiler atadığı diğer iki politik alanın, Ukrayna’da Rusya’ya karşı yürütülen savaş ve İsrail’in Gazze’deki Filistinlilere karşı uyguladığı soykırım olduğunu belirtti.

Trump’ın bu hamlesi, “Önce Amerika” dış politikasını ve dünya savaşı hazırlıklarını resmi bir belgeye dönüştüren yönetiminin Ulusal Güvenlik Stratejisi bağlamında değerlendirilmelidir. Monroe Doktrini’nin modernize edilmiş bir versiyonu olan bu belge, Batı Yarımküre’yi “bizim yarımküremiz” ilan ederek, ABD’nin tüm rakiplerini bu bölgeden uzak tutmak için elindeki tüm ekonomik ve askeri araçları kullanacağını duyurdu. Bu amaçla Trump, Grönland’ı ilhak etmeyi ve Kanada’yı kuzeydeki 51. eyalet yapmayı, ayrıca güneydeki Latin Amerika’da Çin ve Rusya’nın etkisini sona erdirmek için Venezuela’ya savaş açmayı planlıyor. Bu çılgın plan, ABD’nin Kuzey ve Güney Amerika üzerindeki hakimiyetini, küresel Amerikan emperyalist hegemonyasını savunulmasında “başarıyla sonuçlanacak” bir üçüncü dünya savaşının yürütülebileceği bir platform olarak görüyor.

Avrupalı güçlerin Trump’ın Grönland için özel elçi atamasına verdikleri tepki, savaş sonrası transatlantik ilişkilerin bozulduğunu bir kez daha teyit etti. AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ve Avrupa Konseyi Başkanı Antonio Costa, neredeyse eşzamanlı olarak yaptıkları açıklamalarda Trump’ın kararını eleştirdiler ve devletlerin egemenliği ve ulusal sınırların dokunulmazlığı konusunda “uluslararası hukukun” korunması gerektiğini vurguladılar.

Bu, son otuz yılda kendi çıkarlarına engel olarak gördüğü ülkelere karşı saldırı savaşlarına coşkuyla katılan Avrupa emperyalizmi için oldukça ironik bir durum. 1990’larda Almanya, ABD ile birlikte eski Yugoslavya’yı parçalamak için harekete geçtiğinde ya da NATO, Afganistan’ın yeni sömürgeci işgalini, Irak’ın yasadışı işgalini ve Libya’ya karşı hava savaşını desteklediğinde uluslararası hukuk sorun teşkil etmemişti.

Avrupa güçleri, çıkarları ABD emperyalizminin çıkarlarıyla çatıştığı için şimdi “uluslararası hukuk”a başvurmayı tercih ediyorlar. Trump, Ukrayna’daki savaşı sona erdirmek için Avrupa güçlerinin aleyhine Rusya ile bir anlaşma imzalamak için baskı yapıyor. Avrupa emperyalistleri ise, askeri baskı uygulamak ve savaş yürütmek konusunda ABD’ye bağımlılıktan kurtulmak için daha saldırgan bir silahlanma hamlesi talep ediyorlar. Rusya’yı yarı sömürge statüsüne indirgemek ve hammadde ve ucuz işgücüne Amerikalıların değil, Avrupalı bankaların ve yatırımcıların erişmesini sağlamak amacıyla, her ne pahasına olursa olsun Rusya’ya karşı savaşı sürdürmek istiyorlar.

Ancak egemen sınıfın hedeflerine ulaşabilmesi için, savaş sonrası dönemde işçi sınıfına tanınan tüm sosyal programları ve diğer tavizleri ortadan kaldırması gerekiyor. Bu da sınıf mücadelesinin keskin bir şekilde yoğunlaşmasını kaçınılmaz kılıyor. Avrupalı güçler, bu sınıf savaşını gerçekleştirmek için Trump ile aynı yöntemlere başvuruyor: otoriter yönetim biçimleri, göçmen karşıtı cadı avları ve sosyal harcamaların kesilmesi.

Arktika, büyük güçler arasında giderek tırmanan dünya yeniden paylaşımında kapışılmaya hazırlanıyor. ABD egemen sınıfı, Grönland’ı kontrol altına alarak adadaki muazzam doğal kaynaklara engelsiz erişim sağlamayı umuyor. Buzullar bu kaynakların bugüne kadar sömürülmesini engelliyordu; ancak iklim değişikliğinin buzları eritmesiyle giderek daha erişilebilir hale geliyorlar. Aynı zamanda Grönland, Kuzey Amerika kıtası ile Rusya arasında stratejik açıdan kritik bir konuma sahip ve bu konum, Washington’a deniz buzlarının erimesiyle mümkün hale gelen yeni deniz yollarının yönetiminde ve Arktika petrol ve gazının sömürülmesinde hakim bir konum sağlayacaktır.

Avrupa güçleri, bu bölgede doğrudan rakip konumundadır. Bu yılın başlarında, Almanya Savunma Bakanı Boris Pistorius, Alman denizaltı ve gemilerinin ülkenin limanlarına erişimini sağlamak için Reykjavik ile bir anlaşma imzalamak üzere İzlanda’yı ziyaret etti. Grönland, Danimarka Krallığı içindeki özerk statüsü nedeniyle AB üyesi olmasa da, Avrupalı güçler burayı kendi toprakları olarak görüyor ve son yıllarda yatırım girişimleri ve ekonomik ilişkiler yoluyla adadaki varlıklarını sistematik olarak genişletmeye çalışıyorlar. Trump bu yılın başlarında Grönland’ı ele geçirmek için askeri güç kullanmakla tehdit ettiğinde, Fransız dışişleri bakanı adaya Avrupa birlikleri gönderilmesini önerdi, ancak bu girişim Danimarka tarafından reddedildi.

Danimarka Krallığı 1725 yılında Grönland üzerinde hakimiyet kurdu ve daha sonra burayı bir koloni olarak bünyesine kattı. Ada, başlangıçta balina yağı ve balık ticareti, daha sonra ise kriyolit gibi maden kaynaklarının sömürülmesi sayesinde Danimarkalı kapitalistler için zengin bir kazanç kaynağı oldu. Adanın resmi koloni statüsü 1953 yılında sona erdi, ancak Kopenhag’ın adanın kaynaklarını acımasızca sömürmesi ve ezici çoğunluğu yerli olan nüfusa uyguladığı zalim muamele 20. yüzyılın büyük bir bölümünde devam etti. Grönland, 1979 yılında özerklik statüsü elde etti. 2009 yılında ise mineral zenginlikleri üzerinde kontrol ve bağımsızlık referandumu düzenleme yetkisi dahil olmak üzere ek özerklik hakları kazandı.

Danimarka, Amerikan emperyalizmiyle geleneksel olarak yakın ittifakı ile Avrupalı güçlerin yeniden silahlanma çılgınlığına katılımı arasında bir denge kurmaya çalışıyordu; ancak bu görev giderek imkansız hale gelmektedir. ABD’nin Grönland’da çok sayıda askeri üs işlettiği İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Danimarka Soğuk Savaş boyunca ABD’nin en yakın Avrupalı müttefiklerinden biri olmuştur. Kopenhag, Washington’a Grönland topraklarına neredeyse sınırsız erişim izni vermiş, ABD de burada Thule Hava Üssü’nü işletmiş ve nükleer silahlar depolamıştır. Ülkenin silahlı kuvvetleri, günümüze kadar ABD ordusuyla sıkı bir entegrasyon içinde kalmıştır.

Trump’ın geçen Ocak ayında Grönland’ı ele geçirme tehditlerine yanıt olarak Danimarka, Arktika’daki askeri varlığını genişletmek amacıyla ABD’li üretici Lockheed Martin’den 16 adet F-35 savaş uçağı daha satın alacağını açıklamıştı. Deniz araçları, insansız hava araçları ve Grönland’daki genişletilmiş Arktika Komutanlığı karargahına yapılan yatırımlar da dahil olmak üzere bir dizi yeni askeri harcama paketi, Kopenhag’ın Trump’ı yatıştırmak için gösterdiği çabaların bir parçasıydı. Bu çabalar, bölgedeki ortak çıkarları potansiyel rakiplerden korumak için askeri güç kullanmaya hazır olduklarını göstermeyi amaçlıyordu. Bu şekilde Kopenhag, Grönland üzerindeki kontrolü sayesinde Arktika’daki varlığını sürdürmeyi ve böylece ülkenin nispeten küçük boyutuna rağmen, kaynaklarının ekonomik olarak sömürülmesinde ve daha geniş anlamda uluslararası ilişkilerde, ağırlığının üzerinde bir rol oynamaya devam etmeyi umuyor.

Danimarka’nın Amerikan emperyalizminin küçük ortağı olma konusunda yaptığı teklifi Trump’ın kabul etme niyetinde olmaması, Kopenhag’da öfkeli tepkileri açıklıyor. Dışişleri Bakanı Lars Løkke Rasmussen, Trump’ın Landry’yi özel elçi olarak atamasından “derinden rahatsız” olduğunu açıklarken, Savunma Bakanı Troels Lund Poulsen bu hamleyi “kesinlikle kabul edilemez” olarak nitelendirdi.

Danimarka egemen çevreleri, Arktika’nın sömürüsünden mahrum kalma ihtimaline duydukları öfkeyi, Grönlandlıların kendi geleceklerini belirlemedeki demokratik haklarına olan derin bağlılıklarını ikiyüzlü bir şekilde ifade ederek birleştirdiler. Danimarka’nın Sosyal Demokrat Başbakanı Mette Frederiksen ve Grönland Başbakanı Jens-Frederik Nielsen tarafından yayınlanan ortak açıklamada, “Başka ülkeleri ilhak edemezsiniz. Uluslararası güvenliği gerekçe göstererek bile. Grönland Grönlandlılara aittir ve Amerika Birleşik Devletleri Grönland’ı ele geçirmemelidir” denildi.

Grönland ve Arktika üzerinde Amerikan emperyalizmi ile Avrupa güçleri arasında keskinleşen rekabet, birbiriyle rekabet eden emperyalist yırtıcılar arasındaki bir çatışmadır. Avrupa ve ABD’deki işçilerin, herhangi bir tarafta yer almakta hiçbir çıkarı yok. Trump’ın Grönland’ı ele geçirmek için yaptığı kışkırtıcı hamleler haklı bir öfke yaratıyor; ancak bu hamlelere, eski sömürgeci Danimarka’yı veya kendi çıkarlarını gözeten büyük Avrupalı güçleri destekleyerek karşı çıkılamaz.

İşçi sınıfının, Arktika’da ve dünyanın her yerinde yeniden alevlenen büyük güç çatışmalarına vereceği yanıt, kapitalizmi sona erdirmek için sosyalist ve enternasyonalist bir programa dayanan kitlesel bir savaş karşıtı hareketin geliştirilmesi olmalıdır. Uluslararası işçi sınıfı, kapitalistlerin, işçilerin işlerini ve geçim kaynaklarını giderek büyüyen yeniden silahlanma programları ve yağma savaşları için feda etmeleri gerektiği yönündeki ısrarını reddetmeli ve emperyalist savaşa karşı muhalefeti, işlerin, kamu hizmetlerinin ve sosyal programların yok edilmesini durdurma mücadelesiyle birleştirmelidir.

Loading