PATCO grevinin 40. yılı – V. Bölüm

Birinci Bölüm | İkinci Bölüm | Üçüncü Bölüm | Dördüncü Bölüm

“Deflolup gitmemizi istiyorlar. Ama yaklaşık 12.000 kişiyi yok edemezsiniz.” —Bob Kenney, hava trafik kontrolörü, 26 Ekim 1981 tarihli Bulletin.

“Reagan muharebeyi kazanmakla kalmadı. Tüm kahrolası savaşı kazandı.” —UAW Başkanı Douglass Fraser.

Grevin başlangıcında Detroit Metro Havaalanı’ndaki grev hattı (WSWS Medya)

PATCO işçileri, Büyük Buhran’dan bu yana yaşanan en kötü toplumsal krizin ortasında işsizlerin saflarına atılmışlardı. Reagan yönetimimin ilk iki yılı, işçi sınıfı için bir kıyım dönemi oldu.

Amerikan Merkez Bankası (Fed) Başkanı Paul Volcker’ın faiz oranına uyguladığı şok terapisi, endüstriyel ekonomide 1982 yılına kadar fabrikaları ve çiftlikleri, şehirleri, kasabaları ve tüm bölgeleri içine çeken bir girdap yarattı. Aralık 1981 itibarıyla, resmi olarak işgücünün yüzde 8,9’u (10,7 milyon kişi) işsizdi. 1982’de işsizlik oranı yüzde 10,7’ye yükseldi. 2.696 toplu işten çıkarma veya fabrika kapanması meydana geldi ve bu da 1.287.000’den fazla iş kaybıyla sonuçlandı. [1]

PATCO işçilerinin yalnızca küçücük bir akıntı olarak katkıda bulunduğu, işten çıkarılan yüz binlerce işçiye, bu insani sefalet seline ne oldu? Şimdiye kadar bununla ilgili pek az sistemli araştırma yapılmıştır. Nadir bir istisna olarak, 1982’de Cornell Üniversitesi’nin yaptığı bir araştırma, 1980 yılında Mahwah, New Jersey’deki Ford fabrikasında işten çıkarılan 4.700 işçinin durumunu analiz etti. Yevmiyeli çalışanların yarısı iki yıl sonra hâlâ işsizdi. 40 yaşın üzerindekilerin yüzde 61’i işsizdi; kadınların ise yüzde 72’si işsizdi. Fabrika kapanmadan önce medyan gelir 21.600 dolardı. İki yıl sonra ise bunun yarısından azdı (10.400 dolar). [2]

Kitlesel işten çıkarmaların yarattığı sefalet, modern tarihin en sert sınıf savaşı bütçeleri eliyle arttırılmıştı. Reagan’ın 1981 ve 1982 bütçeleri, işçi sınıfının en savunmasız kesimlerine —işsizlere, yoksullara, yaşlılara, çocuklara, engellilere, Vietnam gazilerine, hatta siyah akciğer hastalığından muzdarip emekli madencilere— yardım eden programları tahrip etti. Aynı zamanda bütçeler, zenginlere ve şirketlere utanmazca büyük vergi indirimleri sağladı ve askeri harcamaları ciddi ölçüde artırdı. Bu bariz sınıf savaşı politikalarına, meclisten geçişlerini sağlamak için gerekli olan onlarca oyu her iki yılda da veren Demokratik Parti yardım ve yataklık etti. [3]

Kitlesel işsizlik yaratmanın amacı, işgücü maliyetini aşağı çekmekti. Sendikalar birer birer sıraya girdiler. Birleşik Otomotiv İşçileri (UAW), Birleşik Çelik İşçileri (USW), Taşıma İşçileri (Teamsters), Birleşik Kauçuk İşçileri, Amerikan Öğretmenler Federasyonu (AFT), Ulusal Eğitim Derneği (NEA) ve diğer sendikalar toplu sözleşme müzakerelerini yeniden başlattılar ve sıradan işçiler adına tavizler verdiler.

Detroit’teki İşçi Bayramı’nda coşkulu PATCO sendikası üyeleri, 1981 (WSWS Medya)

Taviz sözleşmeleri, Amerikan iş dünyasının “rekabet gücünü” veya devletin çeşitli kademelerinin ödeme gücünü koruyacakları iddia edilerek gerekçelendirildi. Sendikalar, işçilere, “Bu kesintileri kabul edin, yoksa işinizi kaybedersiniz,” dediler. Ama işçiler yine de işlerini kaybettiler. AFL-CIO, 1981 ile 1982 arasında 739.000 üyesini, ezici bir çoğunlukla işten çıkarmalar nedeniyle kaybetti. [4]

İşçiler için PATCO yenilgisinden kaynaklanan feci sonuç, belki de en çarpıcı biçimde, sendikaları militan mücadeleyi boğmak için PATCO grev hatlarını aşan hava taşımacılığı sektöründeki işçilerin yazgısında örneklenmektedir.

1981 yılının Ağustos ayının başlarında, PATCO grevi başlamışken, havayolu endüstrisi yöneticileri Ulaştırma Bakanı Drew Lewis ile bir araya geldi ve Reagan yönetimini “sınırlamaların birkaç ay boyunca devam etmesi anlamına gelse bile” uzun vadeli bir uçuş programı benimsemeye çağırdı. Bir muhabir havayollarının grevden ve uçuşların azalmasından aslında çıkar sağlayıp sağlamayacağını sorunca odada gülüşmeler oldu ve Lewis’in ağzı kulaklarına vardı. Bir tarihçinin belirttiği gibi: “Grev, pek çok havayolunun grev olmadan imkânsız olan adımlar atmasına izin verdi… “Havayolları, bu fırsattan” rotaları ortadan kaldırarak, uçakları hizmet dışına alarak ve uçaklardaki ve terminallerdeki çalışan sayısını azaltarak “birleşmek ve işgücünü azaltmak için yararlandı.” [5]

Kennedy-Carter’ın 1978’de havayollarını kuralsızlaştırması, sektörde büyük bir yeniden yapılanmayı başlattı. Eastern, TWA, Braniff, Pan American, Continental, Republic ve Western dahil olmak üzere eski havayolları yok edildi; ya rakipleri tarafından yutuldular ya da iflasa sürüklendiler. PATCO grevi döneminde, 1980’de 137 milyon dolar ve 1981’in ilk çeyreğinde 201 milyon dolar daha borca giren havayolu sektörü için bu şimdiye kadarki en kötü dönemdi.

Havayolları, Eastern ve Braniff ile başlayarak, direnmeleri halinde işten çıkarılma tehdidiyle sendikalı işçilere büyük ücret kesintileri uyguladı. PATCO grevinin başlamasından sadece dört gün önce, 30 Temmuz’da, Havayolu Pilotları Derneği (ALPA) ,75 milyon dolar ederinde bir kesintiyi kabul etti. Bunun içinde Boeing 737’lerde iki kişilik mürettebat azaltması ve kokpit saatlerinin ayda 62’den 81 ila 85’e çıkarılması da bulunuyordu.

Bu sırada, Havayolu Çalışanları Derneği (ALEA) Başkanı Victor Herbert, 1982 yılında 98.585 dolar kazandı. ALPA Başkanı Henry Duffy, 1983’te 246.557 dolar ve “giderler” olarak 74.737 dolar daha cebe indirdi ve bu, onu Amerika’daki en yüksek maaşlı sendika bürokratı yaptı. Duffy’nin “Birinci Başkan Vekili” G.A. Pryde ise 130.818 dolar kazandı. [6]

Boston’daki Logan Havalimanı’ndaki grev hattı (WSWS Medya)

Havayolu sektörü sendikalarının PATCO’yu savunmadaki başarısızlığı kendi üyelerine çok pahalıya mal oldu ancak bu, yanlış bir politikanın sonucu değildi. Havayolu sendikaları, 1980’lerdeki tüm sendikalar gibi, kendilerini sözde temsil ettikleri işçilerden ayırmakla, yeni zenginlik ve gelir kaynakları elde etmekle meşgullerdi. Her durumda, hava endüstrisi sendikaları, sendika bürokrasisi tarafından kontrol edilen yeni gelir kalemlerini ücret ve sosyal hak kesintileri ile takas ettiler.

Pan American Havayolları, 1981’de sendika tarafından işletilen ESOP’a (Personel Hisse Senedi Mülkiyeti Programı) yüzde 13’lük hisseye tekabül eden 11 milyon hisse sattı. Bir dizi işgücü-yönetim ortak oluşumu geliştirildi. Ama 1985’te şirket yönetimi vaat edilen ücret artışlarından vazgeçti.

1983’te iflas tehlikesi, Western Airlines’taki beş sendika ile kriz müzakerelerine yol açtı. Sendikalar büyük tavizler verdiler ve çalışma kurallarının kaldırılması konusunda anlaştılar. Karşılığında ise “talihsiz” havayolunun yönetim kurulunda dört sandalyenin yanı sıra kâr ortaklığı ve hisse senedi sahipliği aldılar. Hisse senedi sahipliği şu formüle dayanıyordu: ücret kesintileri, şirket hissesi biçiminde değerlerinin yarısına “geri ödenecekti.” Çalışanlar, bu şekilde, can çekişen havayolunun hisselerinin yüzde 32’sini aldılar.

1985’te ALPA, IAM ve Ulaştırma İşçileri Sendikası (TWU), Western Airlines’ın (TWA) şirket avcısı Carl Icahn tarafından devralınmasına zemin hazırlayınca, sendikaların hisse senedi sahipliğinde büsbütün artan rolü ileriye doğru büyük bir adım attı. Sendikalar, TWA adi hisse senedinin yüzde 20’si ile yıllık 200 milyon dolarlık ücret tavizini takas ettiler. Bunun yanında, kâğıt üstünde, üç yıl içinde yüzde 20’lik bir kâr payı ile başka hisse senedi opsiyonları ve havayolunun satışı durumunda Icahn’ın kârından bir pay alacaklardı. Bir analizde belirtildiği gibi: Sendikaların “başarısı, yabancı sermayeyi çekmek için gereken ücret ve çalışma koşulları tavizlerini” verme yeteneğinde yatıyordu.

Ve durum böyle devam etti.

1993 yılında Northwest Airlines, şirket hisseleri ve yönetim kurulunda üç sandalye karşılığında pilotlar için üç yıl boyunca toplam 365 milyon dolarlık maaş kesintisi yapılmasında anlaştı.

1994 yılında United Airlines, pilotlar için yüzde 16, teknisyenler için yüzde 10 kesinti ve altı yıl boyunca grev yapmama taahhüdü karşılığında tüm hisselerin yüzde 55’ini çalışanlara sattı. Sendikalar ayrıca şirketin yönetim kurulunda üç sandalye aldılar.

Belki de en yıkıcı yenilgi, Eastern Airlines işçilerinin uğradığı yenilgiydi. Aralık 1983’te 37.500 çalışanı (teknisyen, uçuş görevlileri ve pilotlar) temsil eden üç sendika, şirket hisselerinin yüzde 25’i ve şirket yönetim kurulunda dört koltuk karşılığında yüzde 18 ila 22 arasında değişen, 367 milyon dolarlık ücret kesintisi yapmayı kabul etti.

Yine de mali zorluklar artmaya devam etti ve 1985’te ALPA, iki kademeli bir ücret sisteminin yanı sıra yüzde 20’lik bir ücret kesintisini kabul etti. Eastern, yine de Continental’i bünyesine katmış olan varlık satışçısı Frank Lorenzo ve Texas Air’e satıldı. Orada çalışanlara yüzde 50’lik devasa bir ücret tavizi dayatıldı.

Lorenzo, süratle Eastern’ın bazı bölgelerini düşük maliyetli Continental ve Texas Air faaliyetlerine ayırmaya başladı. IAM sendikası, 1989’da bir greve izin vermeden önce aylar süren görüşmelerde Lorenzo’ya yalvardı ve 1980’lerde ilk kez ALPA, grev gözcülük hatlarını aşmamayı kabul etti. Ancak AFL-CIO bu grevi de sabote etti ve yalnızca “Eastern’da Adalet” adlı moral bozucu bir halka ilişkiler kampanyası yaptı. Lorenzo ise grevle başa çıkmak için iflas ilan etti. Mahkemeler ve Bush yönetimi şirketi destekledi ve sendikalı işçiler sadece işlerini değil, emekliliklerini ve sosyal yardımlarını da kaybettiler.

Çaresiz bir Eastern çalışanı, 1991’de Georgia Kongre üyesine şunları yazdı:

Temmuz ayında işsizlik ödeneklerimiz sonlanacak. Birçoğumuz sağlık veya hayat sigortasından mahrum bırakıldık ve şu anda evlerimizi kaybetmek üzereyiz. Birçoğumuz 50’li yaşlardayız ve bu kadar uzun süre çalıştığımız ve emek verdiğimiz her şeyin gözümüzün önünde yavaş yavaş yok olmasını çaresizce izliyoruz.

PATCO kontrolörleri ve destekçileri Oakland’daki Kaliforniya Havaalanı’nda (WSWS Medya)

PATCO hava trafik kontrolörlerine gelince, Amerikan egemen sınıfı, Reagan yönetiminin saldırılarına karşı sergiledikleri kararlı duruştan dolayı onları asla affetmedi.

23 Aralık 1982’de, Noel’den sadece iki gün önce ve grevin tamamen yenilgiye uğramasından bir yıl sonra, federal bir yargıç, işten atılan kontrolörlerin yardıma muhtaç ailelerini destekleyen 4 milyon dolarlık yardım bağışlarına el koydu. Bunlar, ABD ve dünya genelindeki işçilerden grevcilere posta ve telgraf yoluyla gönderilen bağışlardı. Yargıç, yardım fonunun iflas etmiş ve yetkisi alınmış PATCO sendikasının malı olmadığını ve bunun yerine sendikanın eski üyelerine ait olduğunu kabul etti ancak yine de bu küçük miktardaki paranın havayollarına devredilmesi gerektiğini ilan etti.

Yargıç Roger M. Whelan’ın kararı şöyleydi: “Yerleşik yasaları açıkça hiçe sayan sendika üyelerine himaye altında tutulan paraların iade edilmesine izin vermek, PATCO üyelerini yasa dışı eylemleri için ödüllendirmek olur.”

1986’ya gelindiğinde, PATCO üyelerinin üçte biri o kadar az kazanıyordu ki, aileleri gıda karnesi almaya hak kazanmıştı. [7] O yıl, Cumhuriyetçi Kongre üyesi Guy Molinari, sürülmüş 12.000 PATCO işçisinden 1.000’inin Federal Havacılık Dairesi’ne (FAA) hava trafik kontrolörü olarak iş başvurusunda bulunmasına izin veren mütevazı bir önerge getirdi. Önerge, Demokratik Parti kontrolündeki Temsilciler Meclisi tarafından 226’ya 193 oyla reddedildi.

PATCO grevcilerinin yeniden işe alınmasına ilişkin yasak, Clinton yönetimi tarafından ancak 1993’te resmen kaldırıldı. Sonradan bunun son bir aşağılama eylemi olduğu ortaya çıktı. İşten çıkarılmış kontrolörlerin yaklaşık yüzde 40’ı, bir yıl içinde FAA ile çalışmak için yeniden başvurdu. Ancak “başvurularının tercih sırasına alınmadan işleme alındığını” gördüler ve hemen ertesi yıl, 1994’te FAA işe alımları durdurdu. PATCO kontrolörlerinden sadece 37’si yeniden işe alınmıştı.

Havayolu sektöründe PATCO’nun yerini alan sendika olan Ulusal Hava Trafik Kontrolörleri Derneği (NATCA), hiçbir zaman “özgür bir sendika” olma iddiasında bulunmadı. NATCA, devlet tarafından kurulan, kontrol edilen ve grev kırıcılarla dolu bir örgüttü. Sahneye çıkışından itibaren, PATCO’nun yaptığı gibi asla “yasa dışı” bir grev yapmayacağının sözünü vermişti; başka bir deyişle, hiçbir zaman bir greve izin vermeyecekti.

Hava trafik kontrolörlerinin çalışma koşulları daha da kötüleşti. 1981’den 1985’e kadar hava trafiği hacmi 66,7 milyon uçuştan 71,4 milyon uçuşa yükseldi. Aynı dönemde, “tam performans düzeyi”ndeki (FPL) hava trafik kontrolörlerinin sayısı 13.205’ten 8.315’e düştü. 1988’e gelindiğinde, artan uçuş hacimlerine rağmen, 1981’dekinden çok daha az FPL kontrolörü vardı; toplamda sadece 8.904 kişi. [8]

Bu ciddi personel yetersizliğinin sonuçları, 2006 yılında Lexington, Kentucky’de trajik bir şekilde ortaya çıktı. Bir Comair uçağı yanlış pistten kalkmaya çalıştıktan sonra kaza yaptı, 47 yolcu ve üç mürettebattan ikisi öldü. Görevdeki tek hava trafik kontrolörü, uçağa doğru bir şekilde pist atamasını yaptıktan sonra, FAA protokolünün gerektirdiği diğer görevlere geçmişti.

Nisan 2011’de, PATCO grevinin 30. yıldönümü yaklaşırken, hava trafik kontrolörlerinin iş başında uykuya dalması olayları üzerine medyada bir skandal patlak verdi. PATCO grevinin yıldönümünden bihaber görünen Başkan Obama, kontrolörleri ikiyüzlü bir biçimde günah keçisi ilan etme korosuna katılmakta gecikmedi.

Obama, kendine özgü parmak şekilde parmak sallayarak şöyle demişti: “İş sırasında uyuyan kişiler kabul edilemez. … Gerçek şu ki, havadaki insanların hayatlarından ve güvenliğinden sorumluysanız, işinizi yapacaksınız. Dolayısıyla, ele alınması gereken bir bireysel sorumluluk unsuru var.”

En önemli olay, 23 Mart 2011’de, American Airlines’ın Miami’den 1012 sefer sayılı uçuşu ile United Airlines’ın Chicago’dan 628 sefer sayılı uçuşunun Ronald Reagan Washington Ulusal Havalimanı’na inmek için izin istemesiyle meydana gelmişti. Kontrol kulesine ulaşma girişimlerinin ardından, uçuşlar yardımsız inmek zorunda kaldılar. İki uçuşta bulunan yaklaşık 165 yolcu ve mürettebattan kimse yaralanmadı. Bu olay kamuoyunun dikkatini çektikten sonra, önceki yıllarda iş sırasında uyuyakalan bir dizi başka kontrolör olaylarının da olduğu ortaya çıktı.

Obama, kontrolörlerin fazla çalışmış olabileceği gerçeğini dikkate almadı. Ancak Ulusal Ulaştırma Güvenliği Kurulu (NTSB) tarafından yapılan bir araştırma, hava trafik kontrolörlerinin yüzde 61’inin “normal uyuma-uyanma düzenlerine uymayan” çalışma programları olduğunu buldu. O sırada bir medya kuruluşu, bir hava trafik kontrolörünün hayatındaki tipik bir haftayı şöyle özetlemişti: “İlk gün, öğleden sonra 3’te vardiya başlangıcı; ikinci gün, öğleden sonra 2’de vardiya başlangıcı; üçüncü gün, sabah 7’de; dördüncü gün, sabah 6’da. Kurul, daha uzun bir hafta sonu geçirmek için işçinin dördüncü gün akşam 10’da beşinci vardiyaya dönebileceğini söyledi.”

Personel yetersizliği günümüze kadar devam etti. Öncelikle bir lobi örgütü olarak işlev gören NATCA, Amerikan hava trafik kontrol kulelerinde ciddi personel sıkıntısı olduğunu bildiriyor. NATCA, 2019 yılında, Sertifikalı Uzman Kontrolör (CPC) mesleğinin otuz yılın en düşük seviyesinde olduğunu açıkladı.

FAA, ABD’de 14.000 hava trafik kontrolörünün iş başında olduğunu söylüyor. Bu, 1981’dekinden daha azdır. Mesleği öğrenmenin zorluğu, birçok öğrencinin FAA Akademisi eğitimini asla tamamlamadığı veya işten kısa bir süre sonra çıktığı anlamına geliyor. NATCA, “en kritik düzeyde personel eksikliği olan tesislerdeki kontrolörlerin mevcut kapasiteyi korumak için zorunlu fazla mesai yapmaya zorlandıklarını” bildiriyor.

Sonuç

PATCO grevi, İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinden bu yana ABD’de ve diğer gelişmiş sanayi ülkelerinde hüküm süren görece sınıf uzlaşması ve sosyal reform döneminin kesin olarak sona erdiğini duyuruyordu. O andan itibaren, kapitalist sınıf, işçi sınıfının onlarca yıllık mücadelesinde elde ettiği kazanımları geri almak için amansız bir saldırı gerçekleştirdi.

İşçiler Birliği Siyasi Komitesi’nin PATCO grevinin başlamasından 10 gün sonra Bulletin’de yayımlanan “PATCO Grevi: İşçi Sınıfına Yönelik Bir Uyarı” başlıklı açıklamasında belirttiği gibi:

Profesyonel Hava Trafik Kontrolörleri Örgütü’nün 13.000 üyesinin grevi, ABD’deki ve uluslararası alandaki işçi sınıfının mücadelesi için tarihi bir dönüm noktasıdır. Bu, Amerikan işçi sınıfı ile hükümet arasındaki ilk büyük siyasi çatışmadır.

Amerika’daki sınıf mücadelesinin ya tamamen inkâr edildiği ya da en aza indirildiği, Amerikan işçisinin orta sınıf haline geliyor gibi resmedildiği, Amerika’nın devrimci mayalanmanın olduğu bir dünyadaki en büyük istisna olarak gösterildiği on yıllardan sonra PATCO grevi tüm bu efsaneleri yerle bir etti.

Hava trafik kontrolörlerinin grevi, siyasi istikrar ve muhafazakârlık görüntüsünün altında, her kapitalist ülkenin en çözümsüz sosyal ve ekonomik çelişkilerinin birikmekte olduğunu göstermiştir…

Aynı zamanda, demokrasinin ve “halkın, halk tarafından ve halk için” yönetiminin maskesi sıyrılıyor ve kapitalist devlet gerçekte ne olduğu açığa çıkıyor: Bir avuç milyarderin çıkarı doğrultusunda kitleleri baskı altına alma aracı.

İşçiler, elleri ayakları zincirlenmiş bir halde hapse atılıyor; sendikaları, üyelerin yüzde 95’inin lehte oy verdiği greve gittiği için yetkisizleştiriliyor; sendikanın tüm varlıklarına el koyup bunları hükümete veya havayollarına teslim etmeyi amaçlayan cezai para cezaları uygulanıyor; FBI ajanları ve federal polisler grev hatlarını gözlüyor, onları ve ailelerini korkutmak için işçilerin evlerine gidiyor.

PATCO grevinden her şeyden önce şu siyasi sonuç çıkarılmalıdır: Bu grev, bir sapma veya istisna olmak şöyle dursun, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki sınıf ilişkilerinin gerçek özünü ortaya koymaktadır.

Egemen sınıf, işçilerin tüm temel haklarına –sosyal hizmetler, işler, iş güvencesi düzenlemeleri, yaşam standartları ve şimdi sendikal örgütlenme hakkı– saldırıyor ve bu saldırıları hayata geçirmek için kapitalist devletin tüm baskı güçlerine ve şiddetine başvuruyor.

Egemen sınıf, işçi sınıfının hükümete karşı mücadelesini sabote etmek için sendika bürokratlarına güveniyor. Bu sabotaj, hem hava trafik kontrolörlerinin mücadelesinde olduğu gibi açıkça grev kırma biçimini alıyor hem de en önemlisi, kapitalist iki partili sistemi destekleyerek işçi sınıfını siyasi olarak marjinalleştiriyor.

7 Ağustos 1981 tarihli Bulletin’in manşeti. “Hava Trafik Kontrolörlerini Desteklemek İçin İşçileri Harekete Geçirin: AFL-CIO Genel Grev Çağrısı Yapmalı!” (WSWS Medya)

Sendikalar ve işçi sınıfının tüm eski ulusal temelli örgütleri bu toplumsal gerilemede kritik bir rol oynadılar. AFL-CIO’nun Reagan yönetimiyle suç ortaklığı yapması ve PATCO mücadelesini genişletmeye yönelik tabandaki yaygın talepleri reddetmesi, 1980’ler ve 1990’lardaki tüm ABD işçi mücadelelerinin modelini belirledi. Sendikalar, her seferinde, işçi sınıfının sert direnişine rağmen grevleri yalnız bıraktı, onlara ihanet etti ve grevlerin yenilgisine yardımcı oldu.

Aynı süreç, tüm dünyada yaşandı. Belki de en benzer örnek, 1985’te Britanya’da meydana geldi. Sendikalar Kongresi (TUC), Başbakan Margaret Thatcher kömür madencilerini ezerek endüstrilerin ve işçi sınıfının yaşam standartlarının yıkımına zemin hazırlarken olanları sadece seyretti.

Eski İşçi ve Sosyal Demokrat partileri her yerde sermaye sahiplerinin taleplerini tamamen benimsediler ve işçileri yoksullaştırarak zenginlerin ceplerini doldurmaya yardımcı oldular. Afrika, Latin Amerika ve Asya’da, eski ulusal kurtuluş hareketleri de aynı yolu izlediler. İthal ikameci planlarına ve ulusallaştırılmış sanayiye son verdiler; emperyalizme en ucuz işgücünü ve “halklarının” en kazançlı doğal kaynaklarını kimin sağlayabileceği konusunda birbirleriyle rekabete girdiler.

Bu ani ve köklü değişimin en kapsamlı örneği Sovyetler Birliği’nde yaşandı. Lev Troçki’nin 50 yıldan fazla bir süre önce uyardığı gibi, Stalinist bürokrasi sonunda Ekim 1917 Devrimi eliyle kurulan mülkiyet ilişkilerini kaldırarak kendisini yeni bir kapitalist egemen sınıfa dönüştürdü.

Bu süreçleri birbirine bağlayan bağ, ulusal temelli sendika bürokrasilerinin ve siyasi partilerin, dar ve tarihsel olarak belirlenmiş sınırlar içinde, işçilerin çıkarlarını savunan oluşumlardan sınıf baskısının açık araçlarına dönüşmesidir. Bunun altında da, üretimin eşi benzeri görülmemiş küresel bütünleşmesi yatıyordu. Bu durum, küresel ekonomi ile ulus devlet sistemi arasındaki çelişkiyi yoğunlaştırmış ve tüm ulusal programları etkisiz ve gerici hale getirmişti.

ABD’de resmi sendikalar, Amerikan kapitalizminin dünya ekonomisindeki konumunda yaşanan gerilemeye, bilinçli bir şekilde, hizmetlerini şirket-finans seçkinlerine sunarak ve Amerikan şirketlerini doğrudan istihdam, ücretler ve ABD’deki işçilerin çalışma koşulları pahasına küresel olarak rekabetçi hale getirmek için işbirliği yaparak yanıt verdiler.

1990’ların başına gelindiğinde, sendikalar, sınırlı bir savunma için bile, gerçek anlamda işçi örgütleri olarak kabul edilemezdi. Sendikaların çöküşünün ve Sovyet bürokrasisinin nihai karşıdevrimci ihanetinin sonuçlarından yola çıkan İşçiler Birliği ve onun Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi (DEUK) içindeki yoldaşları, 1990’larda örgütlerini birliklerden partilere dönüştürme kararını aldılar. Dünya Troçkist hareketinin, yani DEUK’un, doğrudan işçi sınıfının önderliğini alması için mücadele etmenin zamanı gelmişti.

DEUK, tarihin derslerinden ve sendikaların küresel ekonomi politikteki fiili konumuna ilişkin nesnel bir analizden yararlanarak, işçi sınıfının yeni bir hareketinin ortaya çıkacağını ve nerede olursa olsun, sendikal aygıtlarla zorunlu olarak çatışmaya gireceğini öngörebildi. Yine DEUK’un öngördüğü gibi, bu, önce tabandan bir başkaldırı biçimini alacaktı.

DEUK, Nisan 2021’de, Taban Komitelerinin Uluslararası İşçi İttifakı (TK-Uİİ) girişimini başlattı. Bu konuda şöyle yazdık: “TK-Uİİ, uluslararası ölçekte fabrikalarda, okullarda ve işyerlerinde işçilerin bağımsız, demokratik ve militan taban örgütlerinin yeni biçimlerinin yapı iskeletini geliştirmeye çalışacaktır. İşçi sınıfı mücadele etmeye hazırdır. Ancak her direniş ifadesini bastıran gerici bürokratik örgütler tarafından eli kolu bağlanmaktadır.”

TK-Uİİ’nın kurulmasının doğruluğu, PATCO’dan 40 yıl sonra, Volvo Kamyon işçilerinin New River Valley fabrikasındaki greviyle, mücadele süreci içinde daha şimdiden kanıtlanmıştır. Dublin, Virginia’daki işçiler, üç toplu sözleşmeyi yenilgiye uğratan ve grevi ileriye taşıyan bir taban komitesi kurdular. İşçiler, destek için Sosyalist Eşitlik Partisi’ne ve Dünya Sosyalist Web Sitesi’ne başvurdular. Grevci işçiler, Belçika’daki Volvo işçilerinin güçlü dayanışma ifadeleri de dahil olmak üzere, ABD’den ve dünyanın çeşitli ülkelerinden otomotiv işçilerinin desteğini aldılar.

Birleşik Otomotiv İşçileri (UAW) sendikası ve Volvo, zaten reddedilmiş olan üçüncü toplu sözleşmeye ilişkin yapılan ikinci bir oylamada, oy pusulası sahtekârlığı ve şantaj yoluyla işin bir çaresini buldular. Ama bu çare sadece bir ertelemedir. Kapitalizmin krizi, sendika bürokrasisinin ve onun şirket ortaklarının kirli oyunlarından çok daha kuvvetlidir. Volvo’ya karşı yapılan grev, bağımsız işçi sınıfı mücadelesi ve uluslararası dayanışma yolunda nasıl ileriye gidileceğini göstermiştir.

DEUK’un “Taban Komitelerinin Uluslararası İşçi İttifakı için ileri!” başlıklı açıklamasında yazdığı gibi:

Pandemiye, savaşa, eşitsizliğe, sömürüye ve diktatörlüğe karşı mücadele, tüm kapitalist sosyal ve ekonomik düzene karşı bir mücadeledir. Bütün ülkelerin işçileri, iktidarı ele geçirmek, oligarkları mülksüzleştirmek ve üretimin özel kâr yerine toplumsal ihtiyaçlara hizmet etmek üzere akılcı, bilimsel ve demokratik denetimine dayanan sosyalist bir toplum kurmak için ortak bir siyasi saldırıda birleşmelidir.

Bitti

***

Dipnotlar

[1] Bensman, David, Roberta Lynch. Rusted Dreams: Hard Times in a Steel Community. Berkeley: University of California Press, 1989: 3.

[2] Reich, Robert B, John D. Donahue. New Deals: The Chrysler Revival and the American System. New York, NY: Penguin Books, 1986: 260.

[3] Galenson, Walter. The American Labor Movement, 1955-1995. Westport, Conn.: Greenwood Press, 1996: 134.

[4] Minchin, Timothy J. Labor under Fire: A History of the AFL-CIO since 1979. Chapel Hill: The University of North Carolina Press, 2017: 70.

[5] Nordlund, Willis J. Silent Skies: The Air Traffic Controllers’ Strike. Westport, Conn.: Praeger, 1998: 114.

[6] Troy, Leo, Neil Sheflin. U.S. Union Sourcebook: Membership, Finances, Structure, Directory, 1985: 4.1-4.32.

[7] Minchin, Labor under Fire: 68.

[8] Nordlund, Silent Skies: 59.

Loading