Kahrolsun Sri Lanka’nın anti-demokratik devlet başkanlığı seçimi!

Sosyalist Eşitlik Partisi (SEP), Sri Lanka parlamentosunda yeni devlet başkanını seçmek üzere 20 Temmuz’da yapılması planlanan oylamayı bir sahtekârlık ve işçi sınıfına, gençliğe ve kır yoksullarına karşı bir komplo olarak kınamaktadır. Parlamento hiçbir şekilde emekçi kitlelerin, yani toplumun mutlak çoğunluğunun siyasi düşüncelerini ve çıkarlarını temsil etmemektedir.

Kitleler Devlet Başkanlığı Sekreterliği önünde, 11 Temmuz 2022 Pazartesi [Fotoğraf: WSWS]

Devlet başkanlığındaki “boş koltuk”, Gotabhaya Rajapakse’yi ülkeden kaçmaya zorlayan ve daha sonra istifasını sunan kitlesel işçi sınıfı grevlerinin ve Kolombo kentindeki devasa 9 Temmuz ayaklanmasının sonucudur. Şimdi ülkenin anti-demokratik anayasası uyarınca parlamento, geniş otokratik yetkilere sahip bir sonraki devlet başkanını seçmek üzere toplanacak.

Son üç aydır devam eden kitlesel protestolarda en çok öne çıkan sloganlardan biri “kahrolsun 225” idi; yani parlamentonun 225 üyesinin tamamı. Muhalefet partilerine yakın protesto liderleri bu sloganı önemsizmiş gibi göstermeye çalışsa da, sloganın popülaritesi nesnel olarak son 75 yılın tüm parlamenter sisteminin reddini ifade etmektedir.

Bu slogan derin bir yankı uyandırdı çünkü birbiri ardına gelen ve kitlelerden tamamen kopuk olan bu parlamentolar, yaşam koşullarının tahammül edilemez seviyelere gerilemesinden sorumludur. Mevcut parlamento söz konusu olduğunda, bırakın bir devlet başkanı seçmeyi, varlığını sürdürmek için bile siyasi meşruiyeti yoktur. Siyasi görüşleri ne olursa olsun tüm milletvekilleri ve tüm partiler, 2020 genel seçimleri sırasındaki seçim vaatlerine açıkça ihanet etmişlerdir.

Nisan ayında ülke çapında kitlesel protestolar patlak verdiğinde, temel talep eski Devlet Başkanı Gotabhaya Rajapakse ve kardeşi eski Başbakan Mahinda Rajapakse’nin istifasıydı. Mahinda Rajapakse kitlesel grev ve protestoların ardından 9 Mayıs’ta istifa etmek zorunda kaldığında, Devlet Başkanı Rajapakse onun yerine yolsuzluğa bulaşmış bir siyasetçi ve sağcı Birleşik Ulusal Parti’nin (UNP) lideri Ranil Wickremesinghe’yi getirdi.

ABD emperyalizminin uşağı olarak uzun bir sicile sahip olan ve Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) kemer sıkma taleplerini uygulayan Wickremesinghe’den yaygın biçimde nefret ediliyor. UNP 2020 genel seçimlerinde tüm sandalyelerini kaybetti ve Wickremesinghe ancak partinin ulusal listesinden parlamentoya girebildi.

Ancak bu nefret edilen kişi anti-demokratik bir şekilde önce başbakanlığa getirildi, ardından da geçtiğimiz Cuma günü devlet başkanı vekili olarak yemin etti. Şimdi de siyaset ve şirket seçkinlerinin bir kısmının desteğiyle parlamentonun kendisini bir sonraki devlet başkanı yapması için kampanya yürütüyor. İstifasını talep eden gösterilerin giderek güçlenmesi ve yayılması hiç şaşırtıcı değil.

Ranil Wickremesinghe [Kaynak: Birleşik Ulusal Parti Facebook] [Photo: United National Party Facebook]

Cumartesi gecesi Kandy ve Matara’daki protesto alanlarının adı “Gota Gogama”dan (Gotabhaya defol, yani istifa et) “Ranila Gogama” (Ranil defol) olarak değiştirildi. Başbakanın Kolombo’daki resmi konutunun önündeki protesto alanının adı da benzer şekilde değiştirildi.

Devlet başkanlığı için arka planda partiler arasında yapılan pazarlık yoğunlaşırken üç isim daha adaylığını açıkladı: Muhalefetteki Samagi Jana Balawegaya (SJB) lideri Sajith Premadasa; Rajapakse’nin Sri Lanka Podujana Peramuna’sından (SLPP) Dallas Alahapperuma ve muhalefetteki Janatha Vimukthi Peramuna (JVP) lideri Anura Kumara Dissanayake.

Her üçü de emekçilerin yaşam koşullarını geriletmekten sorumlu hükümetlere katılmış ya da onlara destek vermiştir. Her üçü de IMF’nin özelleştirmeler, kamu harcamalarında derin kesintiler ve kalan fiyat sübvansiyonlarının sona erdirilmesini içeren sert kemer sıkma gündemini dayatmak dışında mevcut krizden çıkış yolu olmadığında ısrar ediyor.

IMF Genel Müdürü Kristalina Georgieva Cumartesi günü Endonezya’da düzenlenen G20 maliye bakanları ve merkez bankası başkanları toplantısında Sri Lanka’nın yüksek borçlu ülkeler için bir “uyarı işareti” olduğunu söyledi. Bu, uluslararası egemen çevrelerde, kapitalizmin küresel krizinin sadece sözde gelişmemiş ülkelerde değil, emperyalist merkezlerde de Sri Lanka’daki gibi halk ayaklanmalarının koşullarını yarattığı korkusunu ifade etmektedir.

Sri Lanka’daki hükümet karşıtı protestolara ülkenin giderek kötüleşen ekonomik ve sosyal krizi neden oldu. Kilometrelerce uzunluktaki yakıt kuyruklarında saatlerce bekleyen on dokuz kişi hayatını kaybetti. Cumartesi günü Enerji Bakanı Kanchana Wijesekara yakıt karnesi uygulaması olan “Ulusal Yakıt Kartı” ile daha fazla kısıtlamaya gidileceğini duyurdu. Mawanella, Gampaha ve Polonnaruwa gibi taşra kentlerindeki sağlık çalışanları, hükümetin verdiği güvencelere rağmen işe gitmek için yakıt bulamadıklarını belirterek protesto gösterileri düzenliyor.

İlaç, yemeklik gaz, süt ürünleri ve ana gıda maddeleri gibi temel ihtiyaçlar kıt ve pek çok kişi için karşılanamaz durumda. Peradeniya Üniversitesi’nin yakın zamanda yaptığı bir araştırmaya göre 900.000 düşük gelirli aile günde sadece bir ya da iki öğün yemek yiyebiliyor. Ekonomik krizin bir sonucu olarak, küçük ve orta ölçekli işletmelerin 16.300’ünün ya da yüzde 20’sinin kapanması nedeniyle üç milyon kişi işini kaybeti.

Sendikalar, işçilerin çıkarlarını savunmak için mücadele etmek yerine, işçi sınıfının bağımsız seferberliğini engellemek için müdahale etmiştir. Grevler, gerginliği azaltmak ve emekçileri iflas etmiş muhalefet partilerine mahkûm etmek üzere son derece sınırlı tutulmuştur.

Sendikalar ve Kitle Örgütleri Kolektifi 14 Temmuz’da Gotabhaya Rajapakse ve Ranil Wickremesinghe’nin görevlerini bırakmamaları halinde genel grev ve hartal (işyeri kapatma) başlatacaklarını ilan etti. Aynı gün bir başka sendikal cephe olan Sendikalar Koordinasyon Merkezi’nin (TUCC) Eş Başkanı Ravi Kumudesh, parlamento başkanı da dahil olmak üzere sorumlu kişilerin ülkedeki siyasi krize anayasal bir çözüm getirmemesi halinde sendikaların mücadele başlatacağı uyarısında bulundu.

İşçi sınıfı içinde siyaset kurumuna karşı derinlerde yatan düşmanlığa tepki olarak yapılan bu sendikal çıkışlar tamamen ikiyüzlü ve boştur. “Anayasal çözüm” çağrısı, sendikaların işçilerin karşı karşıya olduğu baskıcı yaşam koşullarıyla değil, kapitalist devleti ve burjuva egemenliğini desteklemekle meşgul olduğunu göstermesi bakımından son derece açıklayıcıdır.

Aynı sendika aygıtları, Rajapakse’nin 13 Temmuz’da istifa etmemesi halinde “topyekûn” bir mücadele başlatacaklarını ilan ettiler ancak böyle bir mücadele başlatılmadı. Dahası, Wickremesinghe istifa etmemekle kalmadı, şimdi devlet başkanı olmak için teklifte bulunuyor. Cumartesi günü Wickremesinghe’ye yazdığı açık mektupta TUCC Eş Başkanı Kumudesh, en azından bir sonraki seçimlere kadar “içten desteğini” sunmasını ve hükümet karşıtı protestoların beklentilerini karşılamasını rica ediyordu.

Wickremesinghe devlet başkanı olarak ne yapacağını çoktan net bir şekilde ortaya koymuştur. Mayıs ayında başbakanlık koltuğuna oturduktan hemen sonra, önlerinde en zor dönemin bulunduğu ve kaçınılmaz olarak insanların yeni yüklere katlanmak zorunda kalacağı uyarısında bulundu. Emekçi halk için kaçınılmaz olarak aşırı zorluk anlamına gelecek olan yıkıcı önlemler talep eden IMF ile görüşmelere öncülük etti.

Wickremesinghe, muhalefeti bastırma konusunda son derece acımasız olmaya istekli olduğunu göstererek iktidar çevrelerinde destek arıyor. Geçen hafta devlet başkanı vekili olarak atanmasının hemen ardından ülke genelinde olağanüstü hal ve sokağa çıkma yasağı ilan etti. Televizyonda yaptığı bir açıklamada hükümet karşıtı protestocuları “faşist” olarak damgaladı ve orduya “kamu düzenini sağlamak” için ne gerekiyorsa yapması konusunda serbestlik tanıdı.

Sosyalist Eşitlik Partisi (SEP), burjuva siyaset kurumunun tüm partilerine, onların sahte sol uzantılarına ve sendika bürokrasisine karşı, işçi sınıfını, gençliği ve kır yoksullarını, karşı karşıya bulundukları muazzam toplumsal krizi çözmenin tek yolu olan devrimci sosyalist bir program uğruna mücadele etmeye çağırmaktadır.

Biz, ada genelinde her işyerinde, fabrikada, plantasyonda, mahallede ve kırsal alanda, düzen partilerinden ve sendikalardan bağımsız olarak, demokratik ve sosyal hakları için mücadele etmek üzere işçilerden ve yoksul çiftçilerden oluşan eylem komiteleri kurulması çağrısında bulunuyoruz. Kapitalizme karşı ortak bir mücadele için Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi (DEUK) tarafından önayak olunan Taban Komitelerinin Uluslararası İşçi İttifakı (TK-Uİİ) ile bağlantılı bir eylem komiteleri ağı kurulmalıdır.

SEP, eylem komitelerinin de etrafında mücadele edebileceği, doğrudan emekçilerin yakıcı ihtiyaçlarına hitap eden demokratik ve sosyalist talepleri savunmaktadır. Bunlar arasında büyük işletmelerin ve bankaların kamulaştırılması, milyarderlerin servetlerine el konulması, tüm dış borçların reddedilmesi, yoksul köylülerin borçlarının silinmesi, dış ticaret tekelinin kurulması ve işçi ücretlerinin enflasyona endekslenmesi de yer almaktadır.

Biz, Çarşamba günü parlamentoda yeni devlet başkanı için yapılacak oylama sahtekârlığını reddederken, otokratik yürütme başkanlığının da derhal kaldırılmasını talep ediyoruz.

Demokratik ve sosyal hakları için mücadele eden bağımsız bir işçi sınıfı hareketi, gençliği ve kır yoksullarını kendi safına çekecek ve sosyalist politikalara bağlı bir işçi-köylü hükümetinin temelini atacaktır. Bu, Güney Asya’da ve uluslararası alanda sosyalizm uğruna verilen daha geniş kapsamlı mücadelenin bir parçasıdır.

İşçileri, gençleri, öğrencileri ve kır yoksullarını öne çıkmaya ve bu devrimci sosyalist program uğruna mücadele etmek üzere SEP’e katılmaya çağırıyoruz.

Loading