Türkiye-Suriye depreminde ölü sayısı 41 bini geçti: Devasa bir toplumsal suç

6 Şubat Pazartesi günü Türkiye-Suriye sınırında meydana gelen 7,7 ve 7,6 büyüklüğündeki depremlerin yıkıcı sonuçları ağırlaşmaya devam ediyor. Dün Türkiye’deki resmi ölü sayısı yaklaşık 4.000 artarak 35.418’e ulaşırken Suriye’deki can kaybı sayısı 5.800’ü geçti. Türkiye’de bugüne kadar 8 binden fazla kişinin enkaz altından sağ çıkarıldığı açıklanırken, her iki ülkede halen kaç kişinin enkaz altında olduğu bilinmiyor.

Depremden altı gün sonra Kahramanmaraş'ta insanlar su sırasında, 12 Şubat 2023. [AP Photo/Emrah Gurel]

Depremde ölenlerin binlercesi çocuktu. UNICEF, depremlerden 7 milyondan fazla çocuğun etkilendiğini tahmin ediyor. UNICEF dün yaptığı açıklamada, “Depremden etkilenen toplam çocuk sayısı belirsizliğini korurken, Türkiye’de depremden etkilenen 10 ilde 4,6 milyon çocuk yaşıyor ve Suriye’de 2,5 milyondan fazla çocuk depremden etkilenmiş durumda,” dedi.

Dünya Sağlık Örgütü (WHO) Avrupa Bölge Direktörü Hans Kluge dün yaptığı açıklamada “WHO Avrupa bölgesinde bir asırdır yaşanan en kötü doğal afete tanık oluyoruz ve bunun boyutlarını hâlâ öğreniyoruz,” dedi ve “İhtiyaçlar çok büyük ve her geçen saat artıyor. Her iki ülkede yaklaşık 26 milyon insanın insani yardıma ihtiyacı var,” diye ekledi.

Bilim insanları ve uzmanlar yüzlerce kilometre boyunca yıkıma yol açan 6 Şubat 2023 depreminlerinin “tarihi” olduğu konusunda hemfikir. Ancak bu, depremlerin yıkıcı sonuçlarının öngörülemediği veya önlenemeyeceği anlamına gelmiyor. Aksine hem Türkiye’de hem de uluslararası ölçekte yer bilimciler ve çeşitli bilim insanları, yıllardır, bölgedeki deprem tehlikesine dikkat çekiyor ve gerekli güvenlik önlemlerinin hızla alınması çağrısı yapıyordu.

Ne var ki, devlet hiçbir güvenlik önlemi almadı. Dahası, hükümet, meclisteki muhalefet partilerinin de suç ortaklığıyla, 2018 yılında deprem bölgesinde yer alan ve yönetmeliklere uygun olmayan yaklaşık 75 bin binaya “imar affı” getirdi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hükümeti, bu toplumsal felaketteki açık sorumluluğunun üzerini örtmek için son derece bilinçli bir söylem benimsemiş durumda. Depremden hemen sonra “kader”den söz eden ve “Böylesi büyük felakete hazırlıklı olabilmek mümkün değildir” iddiasında bulunan Erdoğan, artık yaptığı her açıklamada “yüzyılın afeti”nden bahsediyor ve “istisnai bir tabiat olayı”na vurgu yapıyor.

Fakat bizzat Erdoğan’ın dün kabine toplantısından sonra yaptığı açıklama hükümetinin suçunun altını çizmektedir. Erdoğan, on binlerce kişinin hayatını kaybettiği ve milyonlarca insanın mahvolduğu bir felaketten bir “başarı öyküsü” çıkarmaya çalışarak şunları söyledi: “Son afette yıkılan tüm binaların yüzde 98’inin 1999 yılı öncesi inşa edilenler olması bize bina standardı ve denetimi konusunda katettiğimiz ilerlemeyi göstermekle birlikte işi daha sıkı tutmamız gerektiğini de hatırlatıyor.” Bu son derece şüpheli oran doğru kabul edilse bile, Erdoğan bu açıklamayla, depreme dayanıksız olan on binlerce eski bina için hiçbir şey yapmadıklarını itiraf etmektedir.

Bilim insanlarının özellikle 2020’deki komşu Elazığ depreminden sonra büyük bir depremin yaklaştığı uyarısında bulunduğu bölgede birçok kentsel alan fay hatlarının üzerine kuruluydu ve birçok binanın depreme dayanıksız olduğu bizzat ilgili bakanlık tarafından tespit edilmişti. Uzmanların uyarılarına rağmen ne şehir planları değiştirildi ne de binalar depreme dayanıklı hale getirildi. Aksine milyonlarca insan kaderine terk edildi. Bunun temel nedeni, kapsamlı bir devlet harcaması gerektiren böyle uzun vadeli bir yatırımın kârlı görülmemesiydi.

Türkiye’nin on ilindeki yıkımın boyutu, Erdoğan’ın dün açıkladığı henüz tamamlanmamış raporda bile görülmektedir. Bölgedeki 369 bin binanın incelendiği iddia edilen rapora göre, 47 bin binanın yıkılmış, acil yıkılacak veya ağır hasarlı olduğu tespit edilmiş.

Erdoğan, en az 35 bin can kaybı telafi edilebilirmiş gibi “Yılgınlığa, bezginliğe, yorgunluğa, yeise asla kapılmadan, beraberce bu felaketin acısını dindirecek, yarasını saracak, kayıplarını telafi edeceğiz,” diye konuştu ve depremzedeler için “birkaç ay içerisinde fay hatlarının uzağında” yeni konutların inşa edileceğini açıkladı. Oysa bilim insanlarının uyarılarına ve yol göstericiliğine dayanarak bu adım 2020 yılında veya daha önce atılmış olsaydı, on binlerce insan hâlâ hayatta olacaktı!

Erdoğan’ın dünkü açıklamalarında, depremde hayatını kaybedenlere yönelik olağanüstü kayıtsızlığın yanı sıra hükümetin toplumsal öfkeyi  yatıştırmaya sosyal harcama ilanları dikkat çekiyordu. Depremde yakınlarını kaybedenlere 100 bin lira “nakdi yardım” yapılacağını söyleyen Erdoğan, Türk bankacılık sektörünün 2022 kârlarından 50 milyar TL’yi depremzedeler için yapılacak çalışmalara aktaracağını öne sürdü. Sektörün 2022’deki toplam net kârı 433 milyar TL idi.

Erdoğan ayrıca “Kabine üyeleri, kabine toplantısına katılan kamu görevlileri”nin depremzedelere toplam 136 milyon TL bağış yaptığını duyurdu. 19 kişilik kabineden toplanabilen bu meblağ, aylık asgari ücretin sadece 8.500 TL olduğu Türkiye’deki devasa toplumsal eşitsizliği gözler önüne sermektedir.

Bununla birlikte, Erdoğan hükümetinin ve mali oligarşinin ne kadar küçük de olsa bir sosyal taviz vermek zorunda hissetmesi, karşı karşıya oldukları devasa toplumsal öfkeden duydukları korkudan kaynaklanmaktadır. Aynı zamanda bu toplumsal öfkeyi Suriyeli sığınmacılara doğru saptırmak için faşizan kampanyalar kışkırtılıyor.

Ancak COVID-19 pandemisinde alınmayan halk sağlığı önlemleri nedeniyle sevdiklerini kaybeden ve dayanılmaz bir hayat pahalılığı ve geçim sıkıntısı ile mücadele eden milyonlarca insan, sonuçları tamamen önlenebilir olan bu felaketin sorumlularına öfkelidir. Halk, hem milyonlarca insanın yıkılacak evlerde oturmak zorunda kalmasına göz yumulmasına hem de depremden sonra enkaz altındakilerin kaderlerine terk edilmesine son derece kızgındır.

Depremde binlerce kişinin hayatını kaybettiği Adıyaman’da dün bir sağlık emekçisinin Habertürk TV canlı yayını sırasında mikrofonu alarak söyledikleri, milyonlarca insanın duygularını ifade ediyordu. “Adıyaman üç gün yalnız bırakıldı” diyen sağlık emekçisi şöyle devam etti: “Biz kulaklarımızı tıkamak zorunda kaldık insanların çığlıklarına çünkü yardım yoktu. İnsanlar açlıktan, soğuktan öldü. Cumhurbaşkanı gelsin Adıyaman’a, yüzü var mı? Bu kolonların altında hepinizin kanı var, tüm Türkiye’nin kanı var. Çocuklar öldü. Bu mu afet yönetimi? Uyan artık Türkiye!”

Bu büyük yıkım ve can kaybının ortasında siyaset kurumu bu yıl Mayıs ayında yapılacağı ilan edilen cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerine odaklanmaya başlamış durumda. Erdoğan’ın Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) içinden bazı kişiler, depremden dolayı seçimlerin ertelenmesi gerektiğini açıkladı. Fakat anayasaya göre seçimler ancak “savaş sebebiyle TBMM kararı” ile ertelenebiliyor.

Burjuva muhalefet partileri, seçimlerin ertelenmesi önerisini hızla reddettiler. Erdoğan, daha depremden önce, derinleşen ekonomik ve toplumsal krizin ortasında önemli bir güç kaybına uğramış durumdaydı.

Seçimlerin ne zaman yapılacağı belli olmasa da kesin olan bir şey var: Ne Erdoğan liderliğindeki Cumhur İttifakı ne de burjuva muhalefet partilerinin oluşturduğu Millet İttifakı halkın canını ve güvenliğini depreme karşı koruyabilir. Her iki ittifak da bu toplumsal katliamın ana kaynağı olan kapitalist sistemin savunucularıdır.

Oysa hem Türkiye’de hem de dünya çapındaki bilimsel ve teknoloijk gelişmişlik seviyesi depreme dirençli binalar ve kentler inşa etmeyi mümkün kılmaktadır. Bunun yapılmamasının nedeni, kapitalist devletin ve büyük sermayenin en önemli toplumsal ihtiyaçları kâra tabi kılmasıdır. İşçiler için ileriye giden yol, hem bu felaketin sorumlularından hesap sormak hem de “hayatlardan önce kâr” politikasına son vermek için kapitalizme karşı sosyalist bir program temelinde seferber olmaktan geçmektedir.

Loading