Patlayıcı toplumsal koşulların ortasında hükümet demokratik haklara saldırıyı tırmandırıyor

Pazar günü İstanbul, Taksim’de binlerce kişinin katılımıyla yapılmak istenen yıllık Onur Yürüyüşü, polisin şiddetli saldırısına uğradı. İstanbul’da AFP fotomuhabiri Bülent Kılıç da dahil olmak üzere 373, İzmir ve Ankara gibi diğer şehirlerde de onlarca kişi gözaltına alındı. Haberlere ve avukatların açıklamalarına göre, gözaltına alınanlar sonraki saatlerde serbest bırakıldı.

İstanbul Valiliği, Pazar günü planlanan barışçıl yürüyüş öncesinde, “sosyal medyadan yapılan izinsiz toplantı, gösteri yürüyüşü ve benzeri faaliyetlere ilişkin çağrılar” yapıldığını belirterek Beyoğlu, Taksim’de bazı yolları trafiğe kapatırken, bölgeye çok sayıda polis konuşlandırıldı. Polis gün içerisinde toplanmak isteyenlere aralıksız bir şekilde saldırırken, baskıya rağmen çeşitli sokaklarda yürüyüşler ve protesto eylemleri yapıldı.

İstanbul'daki LGBTQ Onur Yürüyüşü sırasında Türk polis memurları bir alanı kordon altına alırken insanlar gökkuşağı bayrakları taşıyor, 26 Haziran 2022 Pazar. [AP Photo/Emrah Gurel] [AP Photo/Emrah Gurel]

Geçtiğimiz hafta, Beyoğlu ve Kadıköy kaymakamlıkları, “LGBTİ+ Onur Haftası” etkinliklerini bir hafta süreyle yasakladıklarını ilan etmişti. Kadıköy Kaymakamlığı’ndan yapılan açıklamada, “huzur, güvenlik ve esenliğin korunması ve suç işlenmesinin önlenmesi” bahane edilerek gerçekleştirilen bu keyfi yasaklama, 2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun 17. maddesine dayandırıldı.

Gerçekte bu kanun, Anayasa’nın “Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir” maddesini fiilen ortadan kaldırmaktadır. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hükümetinin talimatıyla keyfi olarak gerçekleştirilen bu polis saldırısı, son yılların en geniş çaplı gözaltı operasyonlarından biridir ve temel demokratik haklara yönelik açık bir saldırıdır.

Bununla birlikte, Erdoğan hükümetinin artan polis devleti baskısı ve otoriter rejim uygulamalarının başlıca hedefi, uluslararası sınıf kardeşleriyle birlikte, hızla artan hayat pahalılığına ve sosyal koşullara yönelik artan saldırılara karşı harekete geçmeye başlayan işçi sınıfıdır.

Tüm dünyada merkez bankalarının süper zenginlere aktarılmak üzere devasa miktarda para basmasının tetiklediği ve NATO’nun Rusya’ya karşı Ukrayna’daki savaşıyla daha da ağırlaşan enflasyon, Türkiye’de hayat pahalılığını eşi görülmemiş seviyelere çıkardı. Mart ayında yapılan bir araştırmaya göre nüfusun yüzde 90’ı yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Bu patlayıcı toplumsal koşullarda, başta sağlık emekçileri olmak üzere işçi sınıfının çeşitli kesimlerinin grev ve protesto hareketi gelişiyor.

Durmadan artan enflasyon ve yoksullukla beraber büyüyen toplumsal muhalefet ile karşı karşıya olan hükümet, işçi sınıfını bastırmak için temel demokratik hakları hedef alıyor, dinci gericiliği, şovenizmi ve militarizmi teşvik ediyor.

Erdoğan’ın Mayıs ayı sonunda Suriye’deki ABD destekli Kürt milliyetçisi Halk Savunma Birlikleri’ne (YPG) karşı yeni bir askeri harekât düzenleyeceklerini açıklamasının ardından Kürt siyasetçilere ve basınına yönelik antidemokratik devlet baskısı tırmandı.

Hükümetin PKK ve YPG’nin uzantısı olmakla suçladığı, 5 milyondan fazla oy alan NATO ve Avrupa Birliği yanlısı yasal bir parti olan Halkların Demokratik Partisi (HDP) üyeleri, herhangi bir kanıt sunulmaksızın “terör örgütü üyesi” olma suçlamasıyla gözaltına alınıyor veya tutuklanıyor. En son dün Adana’da HDP İl Eş Başkanları Helin Kaya ve Mehmet Karakış ile Seyhan Belediyesi Başkan Yardımcısı Funda Buyruk’un da aralarında bulunduğu 38 kişi gözaltına alındı.

Yine bu ay Kürt basınından 20 gazeteci benzer iddialarla gözaltına alınmış ve 16’sı tutuklanmıştı. Basın özgürlüğüne yönelik bu saldırıda gazeteciler, yaptıkları haberler nedeniyle tutuklandılar.

Basın özgürlüğüne yönelik saldırıya, hükümetin basın kanununda yapmayı planladığı ve yaygın toplumsal muhalefet karşısında bir süreliğine ertelenen değişiklik eşlik ediyor. Değişiklik, “Halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse” hakkında bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası öngörüyor.

Bu değişikliğe göre, örneğin, hükümetin açıkladığı yıllık resmi enflasyonun yüzde 70’in üzerinde olduğu Türkiye’de, bağımsız bir araştırma kurumu olan ENAG’ın çalışmasına dayanarak gerçek yıllık enflasyonun yüzde 160 olduğu bilgisini yaymak suç olacak. “İç ve dış güvenlik” ve “kamu barışını bozma” bahanesiyle, hükümetin savaş politikalarının gerici karakterini ya da işçi mücadelelerine yönelik devlet baskısını teşhir etmek suç kapsamına sokulabilecek.

Dahası, kanun değişikliği, hükümetin COVID-19 pandemisiyle ilgili tüm resmi verileri 12 Haziran’dan beri açıklamayı bıraktığı koşullarda, bu konuda basında veya sosyal medyada doğrudan bilgi veren bilim insanlarını ve sağlık emekçilerini de tehdit altına sokuyor. Hükümetin doğru olmayan “pandemi bitti” iddiasına karşı halkı uyaran bilim insanları ve halk sağlığı savunucuları ya da fazladan ölüm oranını hesaplayarak hükümetin pandemiden gerçek ölüm sayısını gizlediğini açığa çıkaranlar hedef haline gelebilecek. 

Demokratik haklara yönelik bu gerici saldırılar hiçbir şekilde Türkiye ile sınırlı değildir. Tüm dünyada, ABD önderliğindeki NATO güçlerinin Ukrayna’da Rusya’ya karşı savaşı tırmandırmasına, içeride temel demokratik hakların ortadan kaldırılması ve aşırı sağcı güçlerin teşvik edilmesi eşlik ediyor.

ABD’deki Yüksek Mahkeme’nin seçilmemiş beş üyesi, yüz milyonlarca Amerikalının kürtaj hakkını ortadan kaldırma kararı aldı. Fransa’da ise yine seçilmemiş bir idare mahkemesi, Müslüman kadınların tesettürlü mayo giymesini yasakladı. Göçmen nüfusun haklarına yönelik bu saldırıya, sığınma hakkının ortadan kaldırılması eşlik ediyor. Britanya ülkeye sığınma başvurusu yapanları Ruanda’ya sürmeye kalkışırken, İspanya-Fas sınırını geçmeye çalışan en az 37 sığınmacı güvenlik güçleri tarafından katledildi.

Dünya Sosyalist Web Sitesi’nin dünkü “Emperyalist savaş ve demokratik haklara yönelik saldırı” başlıklı Perspektif yazısında açıkladığı gibi:

Rusya'ya karşı ABD-NATO savaşının tırmanması ile kürtaj hakkını ortadan kaldıran ABD Yüksek Mahkemesi kararında örneklenen demokratik haklara yönelik büyük saldırı, aynı sürecin iki yüzüdür… Demokratik Parti ve Biden yönetimi, aşırı sağa cazip görünmek ve onları yatıştırmak için sürekli çaba sarf ederek Yüksek Mahkeme'nin demokratik haklara saldırısını kolaylaştırmıştır.

Türkiye’de de aynı temel sınıfsal meseleler söz konusudur. Doğrusu, emperyalizme göbekten bağlı olan Türk ve Kürt burjuvazisi içinde temel demokratik hakları savunan bir hizip bulunmamaktadır. Ne Erdoğan hükümeti ne de HDP ve onun sahte solcu destekçilerini de kapsayan burjuva muhalefet, demokratik hakları ortadan kaldırma dürtüsüne yön veren emperyalist savaşa karşıdır. NATO ve AB yanlısı olan Türkiye siyaset kurumu, bir bütün olarak, işçi sınıfının ve ezilen kitlelerin temel sosyal ve demokratik haklarına düşmandır.

Türkiye işçi sınıfı, uluslararası grev ve protesto hareketinin bir parçası olarak harekete geçmeyen başlarken, sadece şirketlerle ve sendikalarla değil ama çeşitli sahte sol örgütleri de içeren siyaset kurumuyla giderek daha açık bir çatışma içine giriyor. Bu mücadelede, sosyal ve demokratik hakları savunma mücadelesi ile emperyalist savaşa karşı mücadelenin uluslararası sosyalist bir program temelinde birleştirilmesi gerekiyor. Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin ve Sosyalist Eşitlik Grubu’nun perspektifi budur.

Loading