Deprem felaketinin ortasında açıklanan TÜİK raporu pandemide gerçek ölüm sayısının gizlendiğini doğruluyor

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) Perşembe günü, 2020 ve 2021 ölüm istatistiklerini açıkladı. Buna göre, önceki yıllara kıyasla, pandeminin başladığı 2020 yılında 72 bin kişi, 2021 yılında ise 130 bin fazladan ölüm meydana geldi. Bu, 2021 sonu itibarıyla COVID-19 bağlantılı yaklaşık 200 bin ölüm olduğunu gösteriyor.

Oysa Sağlık Bakanlığı, 2021 sonu itibarıyla COVID-19’dan ölenlerin sayısının 82 bin olduğunu öne sürmüştü. TÜİK henüz 2022’de meydana gelen ölümlerle ilgili verileri açıklamadı. 27 Kasım 2022’de açıklanan son resmi veriye göre, Türkiye’de pandeminin başından beri ölenlerin sayısının 101.492 olduğu iddia edilmişti.

Türk Tabipleri Birliği (TTB) Pandemi Çalışma Grubu Üyesi Güçlü Yaman’ın hesaplamalarına göre ise, 27 Aralık 2022 itibarıyla fazladan ölüm sayısı 319 bine ulaşmıştı.

TÜİK daha önce gerekçesiz bir şekilde açıklamayı ertelediği raporları Türkiye-Suriye deprem felaketinin ortasında açıklayarak kamuoyunun dikkatinden kaçırmaya çalıştı. Yaman, konuyla ilgili tweetinde şunları belirtti: “On binlerce insanın öldüğü ve gerçek sayıların yine şüpheli olduğu bir felaketin ortasında 3 yıldır açıklamadıkları ölüm istatistiklerini açıklıyorlar. Hangi felakette kaçımızın öldüğünün onlar için bir önemi yok. Yeter ki sayıları açıklamak için karambol bir zaman bulabilsinler.”

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hükümeti ve tüm siyaset kurumu, beklenen depreme yönelik gerekli hazırlıkları yapmayarak ve depremin ardından son derece geç müdahalede bulunarak resmi olarak 44 binden fazla insanın hayatını kaybetmesine yol açtı.

Bununla birlikte, pandemi ölümleriyle ilgili gerçek sayıların gizlenmesinde olduğu gibi, depremdeki ölümlerin de ciddi ölçüde gizlendiğinden şüpheleniliyor. Deprem bölgesinde görevlendirilen Şırnak Valisi Osman Bilgin, sadece Türkiye’deki gerçek ölü sayısının 150 binin üzerinde olabileceğini itiraf etmişti.

Halk Sağlığı Uzmanları Derneği’nin (HASUDER) depremin en sert vurduğu Hatay’a yönelik raporuna göre, “Yerel yöneticiler ve bazı akademisyenlerle yapılan görüşmelerde, yalnızca Hatay’da en az 60 bin kişinin enkaz altında kalarak yaşamını yitirdiğine ilişkin tahminler yürütülmektedir.”

Erdoğan hükümeti, depremin ardından depremzedeleri kurtarmaya ve onlara yardım götürmeye çalışmaktan çok ortaya çıkan toplumsal felaketteki sorumluluğunu örtbas etmeye odaklandı. O kadar ki, enkaz altındakilerin yerlerini belirttiği ve gönüllülerin arama kurtarma çalışmalarında kullandığı Twitter’a erişim bile engellendi.

Fay hatlarının üzerine yapılmaması ve büyük depremlere dayanıklı olması gereken havalimanları ve karayolları depremden büyük hasar gördü. Bununla birlikte, devletin askeri ve sivil tüm güçleri uzun bir süre seferber edilmedi ve müdahalenin koordinasyonunda ciddi sorunlar yaşandı.

Rapor, arama kurtarma çalışmalarının son derece geç başlamasının birçok insanın ölümüne yol açtığını teyit ediyor: “Bu ziyaret sırasında Hatay’da depremi yaşayan herkesin dile getirdiği ortak görüş, ilk 48 saatte sistematik olarak arama kurtarma çalışmalarına başlanmamış olmasıdır. İlk iki gün yalnızca bireysel çabalar, az sayıda sivil toplum örgütlerinden gelebilen gönüllüler ve bazı yerel olanaklar ile arama kurtarma çalışmalarına başlanabilmiş olması, enkazdan canlı kurtarılabilecek yurttaş sayısını sınırlamış görünmektedir.”

Bu durum, bir bütün olarak egemen sınıfın halk sağlığına ve güvenliğine yönelik kayıtsızlığının bir ürünüdür. Afet risklerine yönelik düzenlemelere aykırı ruhsatsız binaları yasallaştırmak üzere Haziran 2018 seçimleri öncesinde Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) meclise getirdiği düzenlemeye, seçim programında “imar affı”na yer veren Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) sekiz milletvekili de “evet” oyu vermişti.

Erdoğan hükümeti, pandeminin başından beri “hayatlardan önce kâr” politikasını benimsemiş; pandemiden ölümleri önlemeye değil gizlemeye odaklanmıştır. Tüm dünyada uygulanan bu politika, geçtiğimiz yıl içinde “pandeminin sona erdiği” iddiasıyla doruk noktasına ulaştırıldı. Gerçekte ise COVID-19 kaynaklı enfeksiyonlar ve ölümler Türkiye’de ve dünya çapında devam etmektedir.

COVID-19 pandemisine yönelik bu politika da burjuva muhalefet, medya ve sendikal bürokrasi dahil olmak üzere egemen sınıfın tüm hizipleri tarafından benimsenmiştir.

Oysa depreme karşı bilimin yol göstericiliğinde bir hazırlığın bu devasa yıkımı ve can kaybını engelleyecek olması gibi, pandemiye karşı gerekli halk sağlığı önlemleri de Türkiye’de yaklaşık 320 bin, dünya çapında ise 22 milyondan fazla insanın ölümünü önleyebilirdi.

Dahası, deprem öncesinde ve sonrasında kaderine terk edilen kitleler, depremin üzerinden on sekiz gün geçmesine rağmen halen barınma ve temizlik gibi temel ihtiyaçlardan yoksun durumdalar.

Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları Derneği (KLİMİK) 16 Şubat’taki raporunda “deprem bölgesindeki mevcut yaşam koşulları, bulaşıcı hastalıkların ortaya çıkma riskini çok artırmaktadır, dolayısıyla bu hastalıkların önlenmesi için gereken önlemler hızla alınmalıdır,” uyarısında bulunmuştu. Ancak halen birçok yerde temizlik konusunda ciddi sorunlar devam ediyor. 

HASUDER, raporunda “Hatay’da en çok Antakya, Defne ve Samandağ’da olmak üzere genel olarak tuvalet sıkıntısı yaşanmaktadır. Tuvalet sayısı çok azdır ve tuvaletlerin bazıları gelişigüzel toprak üzerine konmuş, su ve foseptik çukuru bağlantısı yapılmamıştır. Yeterince tuvalet bulunmaması ve kullanıma açılan bazı tuvaletlerin de uygun koşulları sağlamaması halk sağlığını tehdit eder niteliktedir,” diye belirtiyor.

Çocuklarda uyuz görüldüğü ifade edilirken, kalabalık yaşam koşullarının COVID-19 ve grip riskini arttırdığı belirtiliyor.

Dahası, bölgede halen ciddi bir çadır sıkıntısı bulunuyor: “Vatandaşlar kendi olanakları ile mevcut sera çadırlarını yaşam alanları haline getirmişlerdir. Buralar da en çok çocuklar ve kadınlar yatırılmaktadır. Bu alanlar kişileri soğuktan etkin koruyamamakta, kullanılan pestisitlerin olası mevcudiyeti gibi birçok açıdan sağlık riskleri içermektedir. Çocuklar için bu riskler daha da büyüktür.”

Raporda, 12 su kuyusundan yalnızca birinden faydalanılabildiği ve çöp dağlarının oluştuğu belirtiliyor. Sahra hastanesi depremden ancak bir hafta sonra açılabilirken, enkazdan sağ kurtarılan birçok yaralının “tam teşekküllü hastaneye zamanında ulaştırılamadığı için” hayatını kaybettiği ifade ediliyor.

Dernek,  deprem sonrası yeniden inşa hakkında ise şu uyarıda bulunuyor: “Şu anda bizi bekleyen tehlike, eski anlayışla eski yerlere benzer yapılar yapmak ve yeni afetlere doğru yol almaktır. Toplumun katılımıyla yeni bir anlayışla zeminle barışık, depreme dayanıklı sağlam yapılarla sağlıklı sürdürülebilir kentler hedefine doğru ilerlemek gerekir. Vatandaşların güvenle yaşayabilecekleri ve çalışabilecekleri güvenli binalar haklarıdır.”

Hem Türkiye’de hem de dünya genelinde depremlerin ya da pandemilerin ölümcül sonuçlarını önleyecek bilimsel önlemleri almayı sağlayacak toplumsal kaynaklar mevcuttur. Bunun için, işçi sınıfının “hayatlardan önce kâr” politikasını ve onun kaynağı olan kapitalizmi ortadan kaldırması ve yerine toplumsal ihtiyaçlara dayanan bir küresel toplumu, yani sosyalizmi inşa etmesi şarttır.

Loading